21 Temmuz 2011

Menotti'nin -Marksist ve anti Mourinhocu- Eşsiz Barça Anlatımı



Yorum falan yok, kendi deyimiyle Marksist -içimizden- Menotti'nin, "Yalnız futboldan anlayan futboldan da anlamaz diyen" adamın doyumsuz söyleşisi, Barça vs Mourinho + Madrid meselesinde de tarafını belli edişi. Barça'yı sevmek için bir sebep daha.

Çok keyifli ve gururlu "aynı yapı yerinden olmak" Menotti'yle;

"Futbol" rızası için okuyun;

http://cizgiden-cikaran.blogspot.com/2011/07/ceviri-totalbarca-menotti-roportaj.html

Çeviri: Totalbarca Menotti röportajı

O kadar kafa patlatıp kendimce fikirlerimi yazıyorum, bu blog'un en çok okunan yazısı hâlâ The Guardian'ın Xavi röportajının çevirisi :) Sitem ediyor değilim, o çevirinin özellikle de Bülent Timurlenk'in blog'una linkini koymasından sonra patlaması çok şaşırtıcı değildi.

Yine bir çeviriyle buradayım. Geçen seferkiyle ilgili İngilizceme ve çeviri yeteneğime gelen eleştirilere rağmen bir kez daha soyunuyorum bu işe. Çeviri yöntemimi de belirteyim bu arada; orijinal metni kopyala-yapıştır, sonra çevir, çevirdikçe sil.

Bu sefer Totalbarca sitesinin El Pais'ten yaptığı çevirinin çevirisiyle birlikteyiz. Röportaj konuğu ise '78 Dünya Kupası'nı kazanan Arjantin milli takımının o dönemki hocası César Luis Menotti.

Arjantin milli takımına 1978 senesinde Dünya Kupası'nı kazandırmanın ötesinde, César Luis Menotti 1983-84 sezonunda Barcelona'yı da çalıştırmıştı, tıpkı River Plate, Boca Juniors ve Santos FC gibi diğer üst düzey takımları çalıştırdığı gibi. Menotti yakın zamanda El Pais'le oturup Guardiola'nın oyununun güzelliği, Arjantin'daki Messi saldırganlığı ve modern oyundaki Mourinholar denizini konuştu. Gerçekten efsanevi bir röportaj için okumaya devam edin.

Bu çeviri El Pais'teki röportajın çevirisidir (y.n. Bu blog girişi de o çevirinin çevirisidir). Orijinal röportaja buradan ulaşabilirsiniz.

Rosario'da 1938'de doğan El Flaco 'Sıska', futbolun en büyük kahinlerinden biridir. Burada Copa America, ulusal takımının güncel oyun planı ve Guardiola'nın Barça'sıyla Mourinho'nun Madrid'i hakkında konuşuyor.

Buluşma yeri Buenos Aires şehir merkezindeki ofisi. Sokaklar ve binanın içerisi soğuk. César Luis Menotti özür diliyor: Bu sabah kalorifer kazanı bozuldu. Bir tane alacaktım ben de, çünkü donuyorum. Masanın üzerindeki camın altında çocuklarının bir sürü fotoğrafı var. Üstünde yığınla kitap. Sollarında Eladia Blazquez'in Benim Şehrim, Benim İnsanlarım kitabı, Vazquez Montalban'ın La Aznaridad kitabı ve Tejeda'nın Kanımın Zavallı hali kitabı duruyor. Sağda eski bir salon sandalyesi ve çok uzun olmayan bir zaman önce burada olsaydık odayı dolduracak olan sigara dumanını anımsatan temiz bir kültablası.

P: Sigarayı bıraktığınızdan beri nasılsınız:

R: Kötü. Dediler ki 'İlk ay çok zor olacak ama sonra..." Yok, her ay daha beter canım çekiyor! Doktorlar hayatı daha uzun ve daha az zevkli kılmakta ısrarlı. Hayatımızı tatsızlaştırıyorlar, yaptıkları bu ve cerrahlar daha da beter! Şimdi böyle ufak bir zamazingoları var, Game Boy'a benziyor, bip bip, ve neymiş, ameliyat olmuşuz. Eski usul, yavaş, metotlu tedavi yok, ameliyat odasında kan bile görülmüyor.

P: Ameliyattan beri nasılsınız?

R: Bir şey değildi. Hastanede üç gün kaldım. Küçük bir şeydi, bana kalsa o şeyin alınmasına gerek olduğuna bile emin değildim, o yüzden doktora dedim ki 'Karar senin. Ben futboldan anlıyorum, ciğerden değil.' Bana sigara içmememi söyledi sonra, ama normal bir hayat yaşayabilirmişim. Kime göre normal? Benim normal hayatım senin normal hayatın gibi değil ki. Bir bağımlı için sigara inanılmaz bir partnerdir, bir dosttur. Benim için şimdi bir dostum yitti gitti, öldü ve dönüşü yok. Tek başımayken ve özellikle de yazarken çok arıyorum tütünü. Biri suratıma duman üflediğinde minnettar oluyorum. Restoran kapılarında arıyorum. Dün, bir adam bir barın kapısında bir puro çıkardı ve 'Dışarı çıkıyorum' dedi, 'Yok' dedim, 'gelebildiğin kadar yakınıma gel.'

P: Futbolu da bırakıyor musunuz?

R: Futbolun, birisinin aidiyet hissine ihanet ettiren boğuşmasının bir ödülü var. Huracan Arjantin futbolunu kurtarırken İspanya da beni futbolla barıştırdı; bana oyunla ilgili tutkumu geri verdiler. Onları daha ufak olanlarla oynarken izlemek ufak bir rahatlama oldu. Futbol kandırılmaktan hoşlandığım yegane alan. Futbol üç şey; zaman, boşluk ve kandırma. Ama şimdi zaman yok, boşluk bulamıyorsun ve beni asla kandıramıyor. Futbol dediklerinin benim anladığımdan başka bir şey olduğunu düşünecek kadar sıkılıyorum. Teknik direktörlerinin %99.9'unun Barcelona'nın oynadığı oyunu kıskanarak hayatını sürdürdüğünü söylüyorum. Herkes Guardiola gibi olmak istiyor. Ama çoğu nasıl olunur, onu da bilmiyor.

P: Diyorlar ki, büyük oyuncularla...

R: Yok yok, o cevabı ancak bir salak yutar, ben değil. Bu adam kenar çizgisinde durup sürekli 'Pas, pas, pas...' diyen bir adam değil ve ancak iyi oldukları için bunu kotarabiliyorlar. Guardiola'nın stratejisi bundan çok daha karmaşık. Bu idman, anlaşılır fikirler, oyuncularına bunu anlatma ve taraftarlar üzerinden kazanma ürünü. Guardiola gösterdi ki, kendisi oyuncularından daha önemli. Kendisi tabii ki tam tersini söylüyor. Ne diyecekti ki? Ben en iyisiyim mi? Ona da inanmıyor zaten. Ama gelin Guardiola'dan önceki Piqué'ye bakalım, Pedro'ya bakalım, Busquets'e bakalım. Iniesta'dan bahsetmiyorum bile. Hepsi fenomen şimdi. Gerçek şu ki, işin içindeki şans faktörü pek az.

P: Ne anlamda?

R: Tabii ki onlar için (Frank) Rijkaard tarafından açılmış bir yol vardı. Bazen giden hoca felaket bir enkaz bırakır. Rijkaard, bu anlamda halihazırda başarılmış bir şey bıraktı. Ama hepsinin ötesinde inanç oaradaydı. Hep derim ki, büyük bir yönetici çok iyi müzisyenlerle muhteşem bir orkestra oluşturabilir ve normal müzisyenlerle de hepsini akorda sokar ve güzel ses çıkarttırır.

P: O zaman oyuncularla ilgili olarak...

R: Guardiola'nın Guardiola olmasında oyuncularının payı olmadığını söylemek yalan olur. Bu yalandır. Eto'o'su vardı, Henry'si vardı, Ibra'sı vardı. Şimdi Villa'sı var. Ve sol bekte dört veya beş oyuncu geldi geçti. Mascherano'yu stoper oynattı. Guardiola'nın adamları ciddiler ve bu ben de dahil olmak üzere kıskançlık yaratıyor. Başka bir şeyle de hemfikir olmam mümkün değil.

P: Ne gibi?

R: Mesela Cruyff'ın da (Barcelona stilini) ilk başlatan olduğu gibi. Takımı Guardiola'nın Barcelona'sı gibi oynatmaya çalışan ilk kişi César Menotti'ydi. Ve bu beni öldürdü. Çok fazla pas yapıyoruz diye ıslıklandık biz! Öncesi var mıydı bilmem ama, Maradona'yı 9 numara oynattım ben, Messi'nin şimdiki rolü gibi. Carrascı ve Marcos kenarlarda, Schuster Xavi'nin rolünde. Geri kalanı da soyunma odasına gidip iyi huylu oyuncularla sıfıra bağlanırdı. 'Böyle oynamaya devam edemeyiz' diyorlardı çünkü Schuster topu her Alexanco'ya verdiğinde bizi ıslıklıyorlardı. 3-0 öndeysek oley çekiyorlardı. Üstümüzde büyük yük oluşturuyordu bu durum. Ben bıraktığımda Migueli dedi ki, benden sonra başa geçecek hocanın 'adamı marke edin' diyen birisi olması durumunda oynamayı bırakacaktı, çünkü forvetlere yapışık olmaktan bıkmıştı. Bazen ortalıkta gözükmüyorlardı bile. Marke etmek için bir 9 numara arıyor ve bulamıyordu, bulamayınca da oynayamıyordu. Endülüslü olduğu için topa dokunarak oynamayı seviyordu ve iyi de oynardı ama uzun boylu ve güçlü olduğu için ayağı da çok iyiydi. Hayvan gibiydiler.

P: Barça'dan neden ayrıldınız?

R: Annem öldü, Arjantin'e demokrasi geldi ve ben de dönmek zorunda hissettim. Nuñez'le öğlen yemeği yedik, önüme açık çek koydu ve kalmam için hangi oyuncuları istediğimi sordu. Ben kimseyi istemediğimi, yapmaları gerekenin büyük oyunculardan, prestijli inanılmaz oyunculardan kurtulmak olduğunu ve gençlerin önünü tıkadığımı söyledim. Kral Kupası'nı kazandıktan sonraydı, ufak bir kupaydı sonuçta. Şimdi Madrid kazanıyor ve sanki Intercontinental'i (Kıtalararası Kupa) kazanmışlar gibi davranıyorlar. Neden bahsediyorduk?

P: Hocanın öneminden bahsediyordunuz.

R: Evet, odur. Hocanın önemini belirtmek için derin bir benzetme yapmak istedim. Profesör gibidir. Öğretmenlerin nasıl etkileri oldu üzerimizde? Adamına göre değişir. Eğer çok iyi idilerse %99. Kötülerse, sadece boktan. Matematikten nefret ederdim çünkü üç sene boyunca hayatım üç hoca yüzünden cehenneme döndü, her biri bir öncekinden daha aptaldı. Ama kimyaya aşık oldum çünkü hoca ilk gün geldi, sigara içerek tahtayı formüllerle doldurdu ve dedi ki 'Bütün bunları Salı gününe kadar öğrenmeniz lazım. Ama bu imkansız'. Sonra dedi ki 'Bunu bilin ki, hayat da kimya gibidir, tercüme etmeniz gerekir.'

P: Sanırım o profesöre pek itibar edilmiyordur...

R: İspanya'yı bilemem. Kültürsüzleştirme burada 50 yaşına bastı. Üzüntü verici. Marjinallik şimdi üst-orta sınıfa ulaştı. Günde sekiz saat çalışarak kendini mahvedenler vardı, şimdi insanlar hayatta kalabilmek için 14 saat çalışıyorlar ve şikayet de etmiyorlar. Buna bir de adı olsun olmasın zengin ülkelerin korkunç insanların güç kazanmasına izin vermesini ekleyin. İlk yaptıkları şey insanların aidiyet duygularını köreltmek oldu. Her şey onların artık, futbol bile. Hükümet bir sokak yaptığında sanki kendi ceplerinden ödemişler gibi yapıyorlar. Müziğimizi çaldılar, parklarımızı çaldılar, meydanlarımızı çaldılar, hatta futbolu bile. Bir de şaşırıyorlar, insanlar yorgun ve plazalarda yaşıyor diye.

P: Sizce anlıyorlar mı?

R: Tabii ki anlıyorlar. Bu düpedüz saçmalık. Şüpheci olmak istemem ama ben yılmaz bir kötümserim. Yaşadıklarıma, tecrübelerime dayanarak, ideolojik bir temeli olmaksızın, hormonal olarak Maksistim. Hayatımın 70 yılında gördüm ki, kapitalizmin yarattığı keşmekeş çevremdeki her şeyin içine etti, futbol dahil. Bu ülkenin hiç bir açıklaması yok. Geçenlerde Barcelona'dan buraya karides endüstrisini incelemek için gelen bir dostuma ne dedim biliyor musun?

P: Hayır, bilmiyorum

R: Arjantin jeopolitik devrimi başlatmadığına göre kimseye inanma. 3,000 kilometre boyunca 600,000 insanı topladık ve Matanzas civarında, tek başına dört milyon insan yaşıyor, eskiden bu rakam 500,000'di. 14 milyonluk bir şehirde yaşamanın imkanı yok. Hiç anlamı da yok. Bunlar sadece bütün bir ülkeyi kontrol edebilmek için oy potansiyeli, ötesi değil. Fakirlik bazıları için kârlı. Onlara inanmayın. Sokakta tek bir çocuk bile yokken bana yalan söylemeyin artık. Cro-Magnon'un ne olduğunu hatırlıyor musun?

P: Evet, Cro-Magnon diskotekinde yangın çıkmıştı.

R: Independiente'de oynuyordum o zamanlar. Skandaldı. Bir çok genç öldü ve aileleri kulüp sahiplerine dava açmak istedi, ne saçma fikir. Sonraki günlerde idmandan dönerken (sokakta)kaç tane (genç) var diye saymaya karar verdim. Bir kırmızı ışıkta dokuz tane, diğerinde sekiz. Köprüden evime kadar 120 tane yazdım, hepsi 15 yaşının altındaydı, Cro-Magnon'da ölenler gibi ölmeye gidiyorlardı, uyuşturucu, şiddet ve adaletsizlik yüzünden. Peki onların ölümlerinden kim sorumlu olacaktı?

P: Hükümetin yaymaya çalıştığı 'herkes için futbol' duruşu konusunda ne düşünüyorsunuz?

R: Futbol halktan çalındı ve artık onlara ait değil. O nedenle, Arjantin milli takımının sadece seyircisi var. Futboldan anlayan kim varsa, o artık maçlara gitmiyor. Taraftarları, halkları yok artık, seyircileri var. Futbol bir ülkede ne rolü işgal edebilir? Bu bir iş koludur ve ne kadar iyi olursa olsun zamanı yiyip bitiren bir iş dalıdır. İyi bir şey değil. Ve bu geldiğimiz nokta işte. Futbol eğitimsel bir tutku, bir kendini ifade etme yeri. Hükümetlerin kâr amaçlı olmadıkları için bir gözetimi olabilir ancak. Ama onlar başka şeyleri gözetlediler, firmalara ve şimdi tarihi kulüpler yok oldu gitti bu yüzden. Hepsini imha ettiler. Kulüpleri 3 milyon Euro'ya satın alıp içine 300,000 koyup gerisini kendine alan yatırımcılar var. Bu ülkede spor, organize seviyede değerlendirirsek bir felaket. Bu ülkede spor ve turim bakanlığını birleştirdiler, sanki birisi hem kasap hem terzi olabilirmiş gibi! Bu çılgınlık. Ordu her zaman çok daha aptalca şeyleri sporun önüne koymuştur, daima.

P: Hiç teknik adamlığa dönme isteği duyuyor musunuz?

R: Evet, ama burada değil. Sahayı gördüğüm zaman gitar görmüş müzisyen gibi oluyorum ama burada değil, hiç bir şey için bunu hissetmiyorum. Bazen Barça'nın altyapı takımlarını görüyorum televizyondan ve kendi kendime diyorum ki 'Vasat yeteneğe sahip oyunculardan bir takım kurup kazanabilirim' ama oyuncular bana ancak altı ay dayanabilirler. Başkan 16 yaşına gelmeden takımın yarısını satar. Yazık.

P: (Julia) Grondona'yı suçlayan cepheden misiniz?

R: Hayır. Yani, bu Grondona'nın hatası tabii ki. Tanım gereği bir hata varsa herkesten çok onun hatası. Ama o tek başına değil. Diğer projeler nerede? Arjantin futbolunun Grondona'yla gittiği gevşeklik nereden çıktı? Korku da olabilir. O 35 senedir canı ne istiyorsa onu yapıyor. Burada olup biten ise daha ciddi bir şey. Harika kurumlar yok edildi, lokomotif, Platense. Olabilir, aynısı İspanya'da da oldu. Tenerife'ye bakın, Segunda B liginde veya Cadiz'in çaresizliğine. Cadiz'i severdim, hep hoşuma gitmişlerdir. Betis'i de çok severim. Colina Delisi (El Loco de la Colina - Arjantinli bir radyo karakteri) Betis'i çalıştırmam gerektiğini söylemişti. İkilem ise benim Atletico Madrid'den geliyor ve River'la (River Plate) imzalamış olmamdı ve bana tam da o hafta Betis'e gitmemi söyledi. Ölmek istedim, gerçekten, daima Betis'i çalıştırmak istemişimdir.

P: Arjantin'de, Guardiola gibi bir figür çıkamaz mı?

R: Hayır, sadece bir tane Guardiola var ama eğer çıkabilseydi de varlığını sürdürmesine izin vermezlerdi. Daha ortaya çıkamadan suikaste uğrardı. Bizim burada şimdi Mourinho'lar var ve onun gibiler, sadece kazanmayı düşünebilenler ve kaybettiklerinde de hatayı asla üstlenmeyenler. Bu türü çok uzun zamandır biliyoruz aslında. Çok dev çelişkileri vardır. Yine geçenlerde bir dordum İspanya'ya gitti ve Mourinho'nun idmanlarını izledi. Sonra Pep'in idmanını da görmeye gitti. Çok farklı antrenman yapmadıklarını söyledi, yaptıklarının çok benzediğini. Mou çok iyi çalıştırıyor. Kavramsal olarak, ikisi çok benzer. Ama sahada, gerçeğin saatinde ortak hiç bir noktaları yok. Bir sürü Mourinho var. Sadece bir tane Guardiola var. Barça ve İspanyol milli takımı futbola büyük kazanç oldular ve ben bundan dolayı onlara teşekkür ediyorum. Son noktada, Luis Aragones boğa güreşçisi olmayı kabul etti, boğa olmaktan vazgeçti. Zamanında söylemiştim ona, İspanyol futbolu tanımlanmalı, adı konmalı demiştim ve delirmişti, ama yine de çok severim Luis'i.

P: Del Bosque Busquets gibi olmak istediğini söylemişti, en uzunu. Peki ya siz, kim olmak isterdiniz?

R: Busquets'in ne yaptığı aşikar. İspanyol futbolunun bize verdiği en büyük yeteneklerden biri. O bir keşif. Onu ilk gördüğümde bir dostumu aradım ve dedim ki 'Yok olmuş bir türün futbolcusunu gördüm'. O bir deli. Benim hayatımda gördüklerimin en iyisi Pele'ydi. Sanırım ben Pele gibi olmak isterdim. Sizi her zaman şaşırtmayı becerebilecek kapasitedeydi, örneğin kafa topuna çıkardı, biraz daha yükselip topu göğsüyle durdururdu. Ne yapacağını asla kestiremezdiniz.

P: Messi gibi yani...

R: Bana göre futbolun dört kralı var ve beşincisi henüz doğmadı. Di Stefano, Pele, Cruyff ve Maradona. Şimdi hepimiz beşinciyi bekliyoruz, bu Messi olabilir, veya kimse olamaya da bilir. O en yakını. Ama ona bu tacı daha bir beş sene daha takamayız. Messi'ye o tacı takabilmemiz için onu Barcelona dışında görmemiz lazım, Maradona'nın Napoli'de yaptığı gibi. O takım bir bandoydu, Maradona'yla orkestraya dönüşmüştü. Messi bir hazine, harikulade bir şey ama ne olacağını göreceğiz. Bu zamanın dünyasında en iyi olmak için bir şey göstermek zorunda değil. Ama en iyi olmak için bir adımı eksik. Beşinci kral olarak taca ulaşacağından şüphem yok, ama şimdilik değil. Yalnız asıl güzel olan ne biliyor musun?

P: Hayır...

R: Messi öğreniyor. Önceleri ne zaman topu alsa maçı nasıl kazanacağını düşünüyordu. Evrildi. Ustanın elinin değdiğini oradan anlayabiliyorsun. Pep olmasaydı bu oyuncular nerede olurlardı? Pique'yi Pep'si hayal edebiliyor musun?

P: Ben edemem.

R: Pique Franz Beckenbauer oldu. İnanılmaz yetenekli bir futbolcu oldu. Ama başka herhangi bir teknik adamın ona Pep'in verdiği izni vereceğinden şüpheliyim. Bu serbestlik de değil. Sahada kimseye özgürlük vermezsin. Bilgiyle kazanılır o. Senin mesleğinde mesela, git ve bir gerizekalıya özgürlük ver, gazeteni batırır. Aynı şey. Oyunculara ne yapmaları gerektiğini söylemen gerekir çünkü kendiliğinden yapamazlar. Bir kapsam içerisinde özgürce oynarlar ve işler görürler. Pique canının istediğini yapmıyor. Barça içinde mutlak bir serbestlik yok. Oyunculara kendilerini çok serbest ve çok mutlu hissettirecek standartlar var, ama o standartlar oradalar, yerli yerinde.

P: 4-2-3, 3-4-3, bunlardan bahsediyorsunuz...

R: Yok canım, o senin dediğin telefon numarası. 4-2-3-1, 3-4-5-1. Bir keresinde Di Stefano'ya 2-3-5 oynamanın nasıl mümkün olduğunu sordular, o da dedi ki 'Ne zannediyorsunuz ki, daha öncesinde iki kişiyle beş kişiyi tutmaya çalışan götler olduğumuzu mu?'

P: Pep'le bir kaç sene evvel teknik direktör olmak istediğinde görüşmüştünüz. Onda o zaman ne gördünüz?

R: Bir konuda farklıydı; buraya kafasında çok net fikirlerle geldi. Buraya diğerleri gibi benden ilham istemeye gelmedi, onları sanki bir mesihmişim gibi bir yola sokmam değildi aradığı. Bir fikri vardı, buraya onunla geldi, onunla gitti. Gerçeğin arayışı içerisinde bana gelen genç hocalardan bıktım. Pep buraya ne yapması gerektiğini söyleyecek birinin arayışında gelmedi. Zaten biliyordu. Bu beni üzüyor çünkü ateş altında artık.

P: Sanırım bunu ilk günden beri bekliyordur.

R: Bir avantajı var, ne olursa olsun kimsenin değiştiremeyeceği bir geçmişi var. Birinin anılarında kendisine hizmet eden geçmişinden aldıkları vardır. Birisi şayet geçmişe sahip değilse, bugünün hizmeti bir işe yaramaz. Madrid daha fazla oyuncuyla anlaşabilir, sonunda herkesi toplayabilir ve kazanabilir ama Camp Nou'daki El Clasico'daki 5-0 sonsuza kadar orada kalacak. Düşünüyorum da, o maçtaki gibi bir oyunu aklım almıyor, ne gördüm, ne oynadım. Mourinho'yu ömrünün sonuna kadar fethetti.

P: Ondan sonra saçmaladılar demiştiniz.

R: Benim mahallemde ona patilerin sıçmak deriz. Kendini vurdu. Higain, Adebayor, Benzema ve Kaka'nın kulübede başladığı bir sonraki maçı gördüm düşündüm ki; tabii, kazanacak ama kendini bir kez daha vurdu. Çok uzun zamandır gördüğüm en büyük korkaklıktı bu. Ve bu Madrid'de pek hoş karşılanmaz. Boğa öldürülemedi ve boğa güreşçisi kaçtı ve bir daha da boğanın yanına bile yaklaşamadı. Ama olan biten gerçekten çok ağırdı. Bir clasico derbisinden o şekilde çıktığını hatırlayan yoktur. Ben hatırlamıyorum. Çok zordu, çok çok zor.

P: Arjantin'in Messi'ye bu kadar kötü davranmasının arkasında ne var?

R: Arjantin futbolu kültürsüzleştirmeye maruz kaldı derken, Borges'i kastetmiyorum. Futbol kültürü eğer kötüysen diğer on kişinin de mahvolduğu bir şeydi. Bir gün, hiç unutmam, maçın bitimine bir dakika kala faul kazandırdım. Herkes ileri gitti, kafa golü için. Kale çizgisinde bir savunmacı vardı ve topu durdurdu. Bir ay boyunca bana 'Bir frikik varsa Menotti atsın' diye dalga geçtiler. Arjantin'de neler olup bittiğini biraz olsun anlatabildim mi?

P: Anlıyorum.

R: Futbol hayat gibi. Sabahın altısında kalkıp hayatının kadınını aramazsın. Onu ya bulursun, ya bulamazsın. Her topa değdiğinde kazanmanı isterler. Felakettir, korkunçtur. Eğer pas verecek oyuncumuz yoksa neden oyun kurucumuz var ki? Barcelona'da insanların pas vermek istediği bir sürü asistçi var. Golden çok pas var. Ve bu onların yapmaya çalıştığı şey, pas yapmak. O kadar zor değil. Biliyorum Batista'nın da niyeti iyi ama...

P: Barcelona gibi oynamalarını istiyor.

R: Salaklar... Ne zannediyorlar ki, Juan Manuel Serrat gibi şarkı söylemek kolay mı? Hayır, bu imkansız. Batista'nın ben hastaneye yatar yatmaz beni aradığını biliyor musun? Elemanı severim ama beni gerçekten zorluyor. Dedi ki 'Hey ihtiyar, niye kendini mahvetmeyi bırakıp kendini sigara içmekten daha önemli şeylere adamıyorsun?'

P: Dinlediniz mi onu?

R: Artık sigara içmiyorum ve daha önce yazdıklarım ve sakladığım röportajlarımı içeren bir kitap yazmaya çalışıyorum. Nasıl bir şey çıkar bilmem, veya futbolun hangi gizemlerini keşfedeceğimi de...

3 yorum:

barça daima dedi ki...

datlı çok datlı bir löportaç olmuş.
oyunu seven bu adamı alkışlıyorum.
çeviri için de teşekkkürler...bu gün yazmışıdım çevirin şu yazıyı total barçadan diye...sevindirdin beni allahda seni güldürsün !!!!

A. Eren Logoglu dedi ki...

Barış Gerçeker çevirdi, ona teşekkür etmeliyiz. Yazıda blogunun linki var.

Adsız dedi ki...

barış gerçeker ve sana...teşekkürler.çevirene de yayınlayana da.