01 Mayıs 2011

Konsantrasyon Kaybı ve Kaçan Fırsat



2008 - 2009 sezonunun sonunda El Clasico'yu Bernabeu'de 6 - 2 kazandıktan sonra Villarreal ile kutlama maçında berabere kalmış, Mallorca ve Osasuna'ya da kaybetmişti.

Sezonun tamamında çok zor yenilen bir takımın, konsantrasyon kaybı, rehavet ve farklı oyuncular deneyi sonucunda ne hallere düşebileceğini açıkça anlatıyordu dün gece de, 2009 Mayıs'ı gibi. Üstelik treble gerçekleşmişti o dönem.

2009 - 2010 sezonuysa kafa kafaya ilerledi ve Barça her maçı aynı ciddiyetle oynamıştı, 99 puanın sırrı buydu biraz da, onu dinç durmaya zorlayan Madrid idi.

Madrid evinde Zaragoza'ya yenildi, yıllarca evinde yenilmeyen tercüman ligde üç iç saha maçının ikisini kaybetti, birini berabere bitirebilirdi, haksız bir penaltıyla. ŞL'de de Messi'ye boyun eğdi. 4 maçtır kazanamıyor, bir seri sona erip diğeri başlıyor.

Mourinho oyuncularını motive edememekten yakındı, diğer pek çok teknik direktör için normal karşılanacak bu açıklama, onun için tehlike çanlarının çaldığını duyuruyordu. Çünkü Jose'nin alamet-i farikalarından en önemlisi ciddiyeti asla kaybetmeyen bir oyuncular topluluğu yaratmasıydı. 150 maç başarısı da buna dayanıyor, Özellikle İtalya ve İngiltere gibi rekabetin çok üst düzey olduğu iki ligde. Chelsea asla psikolojik olarak geriye düşmezdi, Inter kaç defa yenilgiden sıyırdı kendini, mental yönden müthiş bir disiplin becerisiydi.

Zaragoza maçındaysa Casillas yaşamı boyunca bir daha hiç yapmayacağı bir hatayı gerçekleştirip topu ıskaladı ve gol geldi, Carvalho'nun penaltısı, yine kırmızı kartı, Marcelo'nun son goldeki yüz ifadesi. Tüm bunlar Madrid'in nasıl bir travma yaşadığının göstergesiydi. Ronaldo'nun oynatılmaması da bir başka çarpıcı meseleydi.

Aslında Barça bu tokadı daha önce -lig ve kupa- atsaymış neler olabilirdi, tezahür edemiyorum. Mourinho'nun takımın yapıştırıcısını psikoloji olarak belirlediği daha net anlaşıldı, Pepe hamlesi, agresif, kural dışı sertliğin de önünde.

Çöküş denebilir onlar için. Bir hafta içinde Barça en ağır darbeyi vurabilir, Salı günü ŞL'inde Camp Nou'da, hafta sonu da Sevilla'da intikam peşinde Endülüslüler ve yine Katalunya'da Espanyol maçı olacak. Mourinho kazanının kaynaması adına çok iyi bir zamanlama. Olay sıcaklığını yitirmeden Mourinho'nun kellesini isteyenler çıkacaktır, Calderon, Valdano ve belki de Di Stefano. Perez'in tek şansıysa Portekizli çünkü yeryüzünde ondan iyisi yok ve Barça'yı, tarihin en iyisini yenemiyor olsa da durdurabiliyor ve alt etme olasılığı en yüksek olan teknik direktör de o kanımca. Madrid zor bir karar verecek.

Barça işi aslında bu hafta sonu iyice zorlaştırabilirdi. Jose'nin bile sağlayamadığı ciddiyeti Guardiola da veremedi oyuncularına. Sociedad maçına çıkarken Xavi'nin arkadaşlarını motive eden konuşması, ilk yarının Barça kontrolünde ve istediği gibi gitmesini sağladı. İkinci yarıysa, ulaşılan rahatlığın, rehavetin, nasıl olsa kazanırız duygusunun acı dersi vardı sahada.

Onbir: Pinto, Montoya, Pique, Milito, Fontas, Xavi, Thiago, Keita, Jeffren, Afellay, Messi şeklindeydi.

Guardiola ön kesicisiz oynadı da denebilir. Dörtlü savunmanın önündeki üçlü sürekli geriye gelip top alsa da, temel olarak orda statik duran ve hücum karşılayan bir oyuncu bulunmayacaktı. Keita sol iç, Thiago sağ iç, Xavi de ortalarında oynar konumundaydı ve top dağılımı için geriye geliyordu. Acaba Cesc transferiyle üçlü ve arkada tek, önde ikili yerleşimi değiştiren, orta sahayı da biraz daha ileri taşıyıp, Messi'yle birlikte dördüncü oyuncuyu da sokan ve Jose gibileri ikinci bir Pepe bulmaya itecek bir hamlenin ilk adımı mı diye de düşünmediğim değil! Bu tür teorik değişimler ilk anda çok anlamsız ve zorlama gözükür, kusursuz giden sisteme ihanet gibi algılanır, kendimi de bu gruba koyuyorum. Barça tarzı oyunu sürekli yönlendiren ve atak yapmak isteyen takımların topu tekrar, hızlıca kazanması sistemin işlerliği adına önemli, bu yüzden de ön kesici değer kazanıyor.

Yine de önyargılı davranmamaya çalışıyorum ancak bu hamleyi sevdiğimi söyleyemem ki eski tecrübeler, özellikle Keita'nın geriye atıldığı maçlarda merkezden çok açık verdi takım.

Güzel olan Montoya, Fontas ve Thiago'nun sahada oluşuydu. Jefrren'i de katabiliriz belki bu isimlere. La Masia'nın yeni değerleriydi. Orjini merkez sol savunmacı olan Fontas sol bek bölgesinde de sırıtmadı, seneye çok daha fazla süre alacaktır, slalom çalımlarıyla ve rahat adam eksiltmesiyle kesinlikle Xavi değil Iniesta'yı andıran ve özel bir oyuncu olduğu topu her aldığında belli olan Thiago'yla. Her iki oyuncu önümüzdeki sezon A takım kadrosunda yer alacak.

Montoya da 10 dakika süre aldı ancak hiç fena gözükmedi sağ bek için. Genç oyuncuların soğukkanlı olmaları da ayrı bir artı. Jeffren'i de tutuyorum, sol ayaklı sağda oynuyor, çabuk, her an adam eksiltiyor, daha da gelişebilir kanımca.

Barça önümüzdeki sezonun transfer politikasını altyapıdan çıkaracağı gençlerin oynadığı bölgelere göre kuracak. Abidal'ın sakatlıktan nasıl döneceğine göre sol bek, en çok süre alan Alves ve Pique'ye alternatif sağ bek ve merkez savunmacı, orta sahaya bir üst düzey oyuncu daha ve en önemlisi Eto'o, Henry ayarında bir kenar oyuncusu. Onlar daha çok Messi'yi kopyalayan Rossi üzerinde duruyorlar, bu da akıllıca.

Devreyi rahat kapattı aslında Katalanlar. Maçın başında enteresan bir saha içi hamle vardı. Rakip savunmanın hava hakimiyetinde zayıf olmasından dolayı, Pep Keita'yı koşularla ceza sahasına gönderiyor ve bu esnada Xavi ya da Pique uzun oynuyorlardı Keita'ya. Hava mücadelesinden seken topu da Messi kovalıyordu, bu şekilde iki karambol pozisyon bulup gole çok yaklaştı Barça.

Bask kültüründen gelen Socieadad'ın mücadeleden kaçması beklenemezdi, öyle de oldu. İkinci yarıyla birlikte uyuyan Barça'nın üzerine geldiler. Takımı öne doğru çıkardılar, baskı yapıp daha çok top kazandılar, son ŞL maçında Mourinho gol yerim korkusuyla bunu deneyemedi, Pique'nin de Salı günü düşünülüp çıkarılması ballı kaymak oldu. Sezon sonu takımda kalmayacağı nerdeyse kesinleşen ağır aksak Milito yine bir hata yaptı ve maç beraberliğe taşındı.

Ardından Barça biraz silkinip duran toptan golü buldu Milito'yla ancak hakem saymayacaktı. Mourinho'nun kollanıyor dediği takımın üç puanı çalınıyordu. Bir de penaltı.

Ligde 31 maç üst üste kaybetmemişlerdi, tam 7 ay dile kolay, 32 maç ile rekor 1979 - 1980 Real Sociedad'ına aitti, gecenin en güzel kısmı, geçmişlerini koruyanların kendileri olmasıydı, Pep ve Barça oyuncuları Real Madrid maçları dışında olduğu gibi centilmence tebrik ettiler rakibi. Bir diğer güzel noktaysa 8 puanlık farkın bir hafta azalarak korunmasıydı. Alınacak 12 puan masada.

Raul Tamudo'nun takımı bir kez daha çelme takmayı başardı, sihir onda sanırım Espanyol'da değil.

Maçın iki hüzünlü yanı vardı, yeni Messi olarak lanse edilen 17 yaşındaki Gerard Deulofeu'yu izleyemedik, muhtemel şampiyonluk sonrası maçlarda bir defa bile olsa sahne alacaktır, bekleyelim. Diğeri de puan farkı 11 olsaydı haftaya Espanyol galibiyeti kutlamaya dönüşecekti, şimdi Sevilla beklenmek zorunda.

Ve Salı, zafer zamanı, beklenen an, tercüman sahaya çıkacak mı bilinmiyor, Ramos ve Pep yok, kavga azalır mı, sanmam, Madrid Barça'ya final yolunda en ağır hasarı vermek isteyecektir, sakatlık veya kırmızı kart konusunda, Jose'nin başarı değerlendirmesi Barça eksenli çünkü. Çok dikkatli olmak gerekir, tahriklere kapılmamak, özellikle de seyircilerin. İlk golü de arayacaklar mutlaka, Barça'nın bulması şart, en ufak bir şüphe yaratmamak adına.

Yalnızca bir hafta sonra, ŞL'de finalde, Wembley'de ve ligde üç yıl üst üste şampiyon olunabilir, çok az kaldı, beklenene değecek.

Tarihin en iyisi olmaya doğru, koşar adım!

1 Mayıs 2011

A. Eren Loğoğlu

4 yorum:

Adsız dedi ki...

Abi herşey güzel, severekte okuyoruz ama keşke aşağılamak, küçümsemek için şu "Tercüman" ifadesini kullanmasan. Hiç yakışmıyor bu bloga ve onun yazarına. Hedefin bir meslek grubu değil, Mourinho'nun kendisi elbette ama yinede kötü duruyor.

A. Eren Logoglu dedi ki...

"Tercümansın, bizim için tercüman kalacaksın" diyor Katalanlar. Buna yapılan bir atıf aslında. Mourinho da Barça'yı teknik direktör olarak çalıştırmam beyanatını verdi. Bu açıklama nasıl doğal bir tercihse, kontra argüman da bir o kadar olağan, yani biz seni zaten teknik direktörümüz yapmayız, teknik direktörün tercümanı olarak kaldın algısı var orda. Bu açıdan ona takılmakta bir aşağılama, sıkıntı görmüyorum. Keza bir başka paragrafta kendisinin yeryüzünün en iyi teknik direktörü olduğunu belirtmişim, bu iki noktayı birbirinden ayıralım lütfen, karakteri ve taktisyenliği apayrı şeyler, ayrıca futbola kattıklarından hoşnut olup olmama da başka mevzu. Kavramları çok sık birbiriyle karıştırma uğraşı içersine giriyoruz.

barça daima dedi ki...

bence barça da ortada gezinen hareketli bir orta saha oynatılmalıekstradan.morinyonun pepede yaptığının aksine her iki durumda da perdelemedefans ve bağlantı ofans işlerini yapacak bir adam.sanırsam 2-0 lık laliga klasikosunda makswel e yaptırmıştı bu işi.yanlış mı hatırlıyorum.inter-1-0 nou camp-maçındada milito da denemişlermiydi iniesta yokken.bu da 3 lü defans ister sanırım

Adsız dedi ki...

Busquets'in ırkçılık mevzusundan ve bu konuda kanıt olarak görülen videodan haberiniz var mıdır? Bu konu ve bu konu üzerinden Barcelona'ya vurulması üzerine bir şeyler yazarsanız bence iyi olur Saygılar.