21 Mart 2011

Hayali Kurtuluş Reçetesi



Nerdeyse bir yıldır -Rijkaard'ın düşüşü başladığında- yurtdışındaki yerli havuzuna açılma ve eldeki kadronun tamamen gözden geçirilmesine dair pek çok kişi görüş belirtti net ortamında. Ortak bir çözüm yakalanmış olması, aslında doğruyu bulduğumuzu gösteriyor, belki isimler konusunda uzlaşma olmaz, o kısım can alıcı değil.

Burda iki ayrım yapılabilir, altyapıya bir ayrıcalık tanınacak mı, yoksa sil baştan mı olacak? Eğer kulüp altyapıdan çıkan isimleri de bir çırpıda gönderirse, ordan gelecek, yetişen, yeni oyuncuları psikolojik olarak kazanmamız çok zorlaşır.

Arda'nın bu sebeple kalması taraftarıyım, gitmek istiyorsa da tutulmasın ve 10 milyon Euro üzeri, civarı bir paraya gönderilsin. Altyapıdan yetişip, top toplayıcılık yapıp, A takıma yükselip, 10 numarayı giyip üzerine bir de takım kaptanı olmak az buz bir olay değildir ve dünyanın her yerinde özel bir futbol hikayesidir, vazgeçmek bu kadar kolay olamaz. Ve Arda durmayacaksa, Aydın, Emre Çolak da düşünülmemiş, Sabri'nin de kesinlikle takımda kalmaması gerekir, temiz eller operasyonu çerçevesinde.

Sabri, Servet, G Zan, H Balta takas açısından kullanılmaya çok uygun isimler, Milli Takım'a çağrılıyorlar Hiddink tarafından, değerleri var.

Selçuk'un Trabzonspor'da kalmak istediğini sanmıyorum, ŞL'ye gitseler de. Takas yöntemi burda işe yarar, Servet + H Balta & Selçuk gibi. 5 milyon Euro'dan aşağıya vermezler, sözleşme yenilerse.

Bayern Münih'de yedek kalan Hamit Altıntop'u da ikna edebiliriz kanımca.

Lucas, Cana, Culio, Baros yabancılardan, Emirhan, Sabri, Musa, Yekta, Aydın, E Çolak, Anıl ve Arda yerlilerden, kadroda tutulması gereken isimler olabilir. Altyapıdan da birkaç takviye düşünülebilir, A Kesim, Cumhur, Berkin, Cem Sultan şeklinde.

Yabancı kaleci şart. Stekelenburg, Diego Alves gibi bilinen, savunmasına güven veren bir isim.

Uğur ve E Güngör'ün nasıl gönderildiğini hala algılayamıyorum. Alternatif yaratabilirlerdi bölgelerine.

Yerli merkez savunmacı da bulmak zorundayız. Serdar Kesimal elden kaçtı artık, Ömer Toprak ve özellikle Serdar Taşçı'nın durumlarını yoklamalıyız.

Sol bek de yabancı olmak zorunda çünkü sol ayaklı oyuncu bulmak zorlaşmışken, bir de bek oynayabilen bir yerli aramak, okyanusta kibrit çöpüne benziyor.

4 yabancı takımda kalırsa (Kewell'ı saymadım + kontenjanından düşünülebilirdi) ve üzerine 2 yabancı da kaleci + sol bek olarak kullanılırsa geriye çok da alternatif kalmıyor.

Selçuk ve Hamit'i kadroya katmaya çabalarken Cana'yı tutmak akılcı gözükmeyebilir ancak opsiyonları olan bir takım için bunu da elzem sayıyorum. 10 yabancı kontenjanını doldurmazken, eldeki kanımca seviyesi olan ve yanındakilerle değersizleşen isimleri korumanın zararı olmayacaktır.

Sabri, Selçuk, Hamit, Arda ve yerli merkez savunmacı ana iskelet olur, 5 yerli kontenjanından.

Yabancı kaleci, yabancı sol bek, Lucas, Cana (Culio), yabancı sağ açık, Baros da yabancı kontenjanından.

Cana & Culio 5 + 1 şeklinde düşünülürse yabancıların daha verimli kullanımı yönünden de müthiş bir genişlik katıyorlar kadroya. Cana & Culio dışında kalan 5 yabancı sürekli her maç oynayacak sakatlık, ceza ve formsuzluk olmadığı sürece. Sahaya çıkacak 6. isim maçına ve yerli oyuncuların performansına göre belirlenecek. Kanımca bu yöntem çok sağlıklı.

+ 2 yabancı kontenjanı olarak, Baros'a alternatif bir yabancı daha bulunması gerekiyor, Emenike türü biri. Diğeri içinse olasılık çok fazla, yurtdışından gelecek yerlilere göre tercih yapılacaktır. Brezilya veya Fransa'dan gelecek vaad eden genç bir sağ bek, merkez savunmacı ya da her iki hücum kanadında da oynayabilen bir açık.

Ve yurtdışından her bölgeye alternatif doğuracak yerli isimler.

Ersun Yanal'ın Şenol Güneş'e bıraktığı gibi bir takım yaratabilecek tek isim de Tolunay Kafkas gibi gözüküyor ancak onun da teknik direktörlük özelliklerinden şüpheliyim. Sonu Ersun Yanal'a benzeyebilir. Böyle bile olsa bırakacağı kadro tükenmiş olmaz, aksine Trabzonspor örneğinde olduğu gibi doğru teknik direktörle gelişim gösterebilir. Tolunay Kafkas da sportif direktörlüğe geçiş yapabilir sancısız bir sürecin sonunda.



Kabaca;

Yabancı kaleci, Emirhan

Sabri, Lucas, yerli merkez savunmacı, yabancı sol bek, A Kesim,

Cana, Culio, Hamit, Selçuk, Musa, Cumhur,

Arda, yabancı sağ açık, Yekta, E Çolak, Aydın, Kewell

Baros, yabancı santrfor, C Sultan, Anıl

***

Yabancı kaleci adaylar: Stekelenburg, Diego Alves,

Yerli merkez savunmacı adaylar: S Taşçı, S Kesimal, Ö Toprak, E Güngör

Yabancı sol bek adaylar: hakikaten çok zor birini bulmak, herhangi bir önerim yok, Bastos desem çok uçmuş olurum herhalde.

Yabancı sağ açık: Keita tarzı delici biri, Kalou, Gervinho misal. Hakan'ın önerisi Asssaidi muhtemelen böyle bir oyuncu.

Yabancı santrfor: Emenike

Alternatif isimler: Uğur, Atila, H Ali Kaldırım, M Güven, S Öztürk, T Yalçın, V Şen, C Tosun

***

Kadronun son hali, 25 oyuncu;

Stekelenburg, Emirhan

Sabri, Uğur, Lucas, S Taşçı, E Güngör, A Kesim, Bastos, Atila

Cana, Culio, Hamit, Selçuk, S Öztürk, Musa (M Güven ya da Cumhur)

Arda, Kalou, V Şen, Yekta, Kewell, Aydın

Baros, Emenike, C Sultan

6 + 2 (Emenike + Cana / Culio) + 1 (Kewell) yabancı kontenjanı + 1 yabancı genç sağ bek (merkez savunmacı) olabilir.

Sol bek sorununu yabancı bir isimle kesin çözme yoluna giderken, sağ bek için geçici denemelere girmek ne derece doğru tartışılır. Sabri’den beklenen verim yine alınmazsa, Hamit oraya çekilip, Culio + V Şen gibi bir hamle düşünülebilir, zorlama dursa da. Sabri’ye Uğur dışında rekabet edeceği yerli bir alternatif daha taranabilir yurtdışından.

Alınamayan isimler yerine de alternatiflerden, özellikle yurtdışından oyuncu transfer edilmelidir, Selçuk olmazsa Taner Yalçın gibi. Daha birçok isim bulunabilir.

İdeal onbir: Stekelenburg, Sabri, Lucas, S Taşçı, Bastos, Cana, Hamit, Selçuk, Kalou, Arda, Baros

Alternatif onbir: Emirhan, Uğur, E Güngör, A Kesim, Atila, Musa, S Öztürk, Culio, Yekta, V Şen, Emenike

Kewell - Aydın - C Sultan da kalan üç isim.

Maliyet hesabı yaparsak;

Gelir

Ufuk + Aykut = 1 m Euro

Çağlar + H Balta = 2 m Euro

Servet + G Zan = 5 m Euro

Colin Kazım + Pino + Stancu = 7 m Euro

S Kurtuluş, Barış, Ayhan, M Sarp, Zapata = bonservissiz

+ % 40 indirim oyuncu ücretlerinde, toplam yaklaşık 20 milyon Euro olsun.

Gider

Stekelenburg = 4 m Euro

S Taşçı = 3 m Euro

Bastos = 7 m Euro

Hamit = 3 m Euro

Selçuk = bonservissiz

Kalou = 5 m Euro

Atila + Uğur = 1 m Euro

E Güngör + S Öztürk = 3 m Euro

V Şen = 4 m Euro

Emenike = 5 m Euro

toplam yaklaşık 35 milyon Euro olsun.

Oyuncu ücretleri de gelen / giden isimler kapsamında % 30 artış göstersin.

Tahminen 15 milyon Euro bonservis ve 5 - 10 milyon Euro arası bir oyuncu ücreti harcaması doğar kulübün kasasından çıkacak net para olarak, 30 milyon Euro'yu geçeceğini zannetmiyorum. Yeniden yapılanan bir takım için kesinlikle yüksek değil.

21 Mart 2011

A. Eren Loğoğlu

20 Mart 2011

A n i m s A b i d a l



Doping suçlamalarında bulunacak kadar düştüler.

Saha içinde olanlar görülüyor, verilmeyen nizami goller, penaltılar, ofsayt olmayan pozisyonlar, cezalandırılmayan sert fauller, tam tersine ezeli rakibin kollanması ve Barça'ya çalınmayanların onların hanesine sürekli artı olarak yazılması alışkanlık yaratmıştı. Süregelen bir federasyon desteğiydi, ülkelerini temsil eden kulüplerine.

El Clasico'daki davranışlarına değinmiyorum bile. Herhangi bir yaptırım da olmadı, Ramos'u kahraman ilan edecekti nerdeyse kulübü, yılbaşı kutlama jeneriklerine girdi Camp Nou'da dayılanmasının karşılığında. Pique'nin Katalanca demecine sansür çabasının da ödülüydü muhtemelen.

Bununla yetindiler mi, hayır! Sırf kararlarıyla kulübü zor duruma sokmayı amaçlayan kurullarıyla da mücadele edilecekti. Osasuna maçının hikayesi biliniyor, önce anlaşma sağlanıp sonra 3 puan silinme tehdidi, kasıtlı olarak geç bildirme ve otobüsten indiği gibi, maçın başlamasından 1 saat geçmiş olmasına karşın sahaya çıkan yorgun bir takım.

Bunu da denediler, yetmedi!

Jose Mourinho'nun her hafta, sıkılmadan, utanmadan, arsızca oraya buraya salladığı eleştirilerine de değinmeyeceğim. Ağlamalarının hesabı tutulamadı.

Ballon D'or ödülünü Messi'nin kazanmasından sonra hemen hemen her gün konuya dair kavga, kriz başlıkları attılar. Soyunma odasına kara kedi sokmak istiyorlardı, Messi'yi ödülü hak etmemekle ilgili eleştirdiler, kaptan kalecileri Iker ve Mourinho da dahil oldu yorumlara.

Xavi, Iniesta, Messi üçlüsü uçakta en güzel fotoğrafı vererek mesaj verdi anlamayanlara. Onların arasını hiçbir güç bozamazdı, onlar kulüplerine ve şehirlerine aidiyet besleyen, kimlikleri olan, altyapıdan yetişen taraftar & futbolcu modelinin en çarpıcı temsilcileriydi. Onların bitmek tükenmek bilmeyen egoları, bonservis bedelleri bulunmuyordu. Bunu algılayamıyordu başkent, hiç yaşamamıştı. Mahalle takımı ruhuyla sahaya çıkan, fiyaka satmayan, halkı, şehri, kulübü ve güzel oyun felsefesi için oynayan, kazanan ve bazen kaybeden onlardı. Ödülün gerçek kazananı, takımları FC Barcelona ve altyapıları La Masia'ydı onların, bunu suyun uzağında kalanlar bilemezdi, bilemediler de.

Yetmedi, haksız yoldan kazanım, manipülasyon, ortamı etkileme, rüzgarı ters döndürme işlerine girişmeyi görev edindiler. Herşeyin sahada kazanılmadığını bilecek kadar tecrübeliydiler, bu yollardan defalarca geçmişler ve siyah beyaz yıllarda -Franco era- pek çok uygulamasını kullanmışlardı şampiyonluklar uğruna.

Bilbao maçından sonra Barça'nın golüne itiraz etmek için ofsayt tartışmasını bir başka boyuta taşıyıp savunmanın en arkasındaki oyuncuyu fotoğraftan çıkardılar. Bunu da yaptılar, evet! Teknik bir hata olmuş diyerek özür dilediler sonra.

Bıkmadılar, usanmadılar, yılmadılar.

Başkent merkezli bir İspanyol radyosuna bağlanan gazeteci, haberin kaynağını Real Madrid kulübü olarak gösterip FC Barcelona oyuncularını doping yapmakla suçladı. Ardından da kulüpten açıklamalar gelince özür diledi. UEFA'nın testinden geçmişlerdi oysa, oraya bile bakabilirlerdi bu asparagası yaymadan, tenezzül etmediler. Önemli olan insanların zihninde küçücük de olsa bir soru işareti bırakmaktı, bugün olmasa da gün gelir o boşluğu doldururlardı. Zavallılardı.

Barça tüm bu körelmiş, kokuşmuş, faşizm yanlısı tutumlarla uğraşırken, çok kötü ve gerçek bir haberle sarsıldı. Eric Abidal'in karaciğerinde tümör bulunmuştu.

Kulübün üzerine çöküverdi birden kara bulutlar. Perşembe günü ameliyata alındı, bundan sonra mesleğini icra edememe ve ölme olasılığıyla karşı karşıya Abidal. Çok büyük destek gördü farklı kesimlerden. Madrid güzel bir jest yaptı Lyon maçından önce, insanlık ölmemişti daha. Özel yaşamına hassasiyet isteğinden ötürü çok fazla konuya dair bilgi akışı da görülmeyecek sanırım. Sözleşmesini uzatmak üzereydi, operasyon sonrası sağlık durumuna göre bir karar verilecek oyuncuyla beraber.

Operasyon 3 saat sürmüş ve Eric bir hafta daha hastanede kalacak. Tümörün tamamı temizlenmiş ancak testler ve tedavinin ne kadar daha devam edeceği bilinmiyor. Söylentilere göre iki ay sonra ya da Ağustos ayında dönmesi bekleniyor, farklı bilgiler dolaşıyor.

Guardiola, 15 gün içinde onu ziyarete gidebileceklerini ve onun da takımını, arkadaşlarını antrenmanlarda izleyebileceğini umduğunu belirtti, tek resmi bilgi bu.

Barça B'den Fontas sezon sonuna kadar A takıma yükseltildi, La Masia'da yetişenlerden biri o da. Merkez savunmanın solunda oynuyor daha çok. Sol bek Maxwell ve Adriano'ya kaldı. Planas ve Muniesa da zaman zaman forma şansı bulabilir.

Xavi şunları söyledi;

"Bunlar bizi güçlendiriyor, bizi daha çok bir araya getiriyor. Ekstra motivasyon bu. İçimizdeki öfke, hırs maçlar ve kupalar kazanmada yardımcı oluyor."



Bir başka üzücü haber de Barça B teknik direktörü Luis Enrique'den geldi. Guardiola'dan görevi devralmış, üç yıldır sürdürmekteydi antrenörlüğü. Takım şu an 4. sırada ve liderin 11 puan gerisinde. 2. ligin en çok gol atan takımını yarattı, kulübün hücum anlayışı oraya da sirayet etmişti, görkemliydi performansı. Pep'in görevi bir süre daha devam edeceğinden sirkülasyon sağlamak ve La Liga'da bir şans bulmak adına sezon sonunda görevinden ayrılacağını açıkladı Luis Enrique. Hak ettiği yere, en iyisine, zamanı geldiğinde erişecektir o da. Bir kulüp üyesi olarak, Guardiola'nın kazansa da, kaybetse de, 10, 15, 20 yıl takımın başında kalmasını isterim dedi.

CL Eşleşmeleri;

Çeyrek Final ilk maçlar 5/6 Nisan, ikinci maçlar 12/13 Nisan

1) Real Madrid - Tottenham
2) Chelsea - Manchester United
3) FC Barcelona - Shakhtar
4) Inter - Schalke

Yarı Final ilk maçlar 26/27 Nisan, ikinci maçlar 3/4 Mayıs

A) 4 - 2
B) 1 - 3

Final 28 Mayıs

B - A

Tek tek gideyim, önce Barça.

6 Nisan'da Camp Nou'da Shakhtar ile, 12 Nisan'da Ukrayna'ya gidilecek. Guardiola'nın, Barça dışında kalan 7 takımdan hangisi kurada çıkmasın diye sorulduğunda verdiği cevap Shakhtar'dı. Sebebini de oyun tarzlarını zorlayacak bir yapılarının olmasına ve uzaklığa bağlamıştı. Korktuğu başına geldi ve Lucescu çıktı karşısına, Madrid rekabetini Katalan ordusunun neferiyim sözleriyle yaşayan Gary Lineker'in çektiği toplardan.

Aslında 7 rakibi, 4 ve 3 olarak çok zor, zor şeklinde kategorize edersek, Barça zor kısımdan eşleşti, çok zorla -Chelsea, Inter, ManU, Real- çeyrek finalde oynamıyor olması kanımca bir avantaj. Aşırı derecede hırpalanmayacaklar psikolojik olarak. Shakhtar UEFA Kupası kazanmasına karşın buraların müdavimi değil, baskı yaratmayacaktır ismiyle. Elbette oyun stratejisiyle sıkıntı doğuracağı bir gerçek.

Maç Ajandası;

Milli maç arası, virüs tehlikesi bulunuyor, 2 maç oynanacak. Pek çok isim açıklandı şimdiden.

03 Nisan Lig, Villarreal - Barça
06 Nisan ŞL, Barça - Shakhtar
10 Nisan Lig, Barça - Almeria (muhtemelen 9'una alınır)
12 Nisan ŞL, Shakhtar - Barça
16/17 Nisan Lig, Real - Barça
20 Nisan Kupa, Barça - Real (maçın resmi yazımı, ev sahibi biziz)
24 Nisan Lig, Barça - Osasuna
26/27 Nisan ŞL, Real / Tottenham - Barça
01 Mayıs Lig, Sociedad - Barça
03/04 Mayıs ŞL, Barça - Real / Tottenham
08 Mayıs Lig, Barça - Espanyol
11 Mayıs Lig, Levante - Barça
15 Mayıs Lig, Barça - Deportivo
22 Mayıs Lig, Malaga - Barça
28 Mayıs ŞL, Barça - Chelsea / United & Inter / Schalke



Uzun vadeden kısaya dönüp, Shakhtar periyoduna göz atıldığında, Villarreal sonrası ilk çeyrek final maçı, El Clasico öncesi de ikinci maç. Ukrayna yolculuğu düşünüldüğünde Madrid ziyareti bir parça etkilenecektir.

Shakhtar, alanını iyi kapatan ve kontratağa hızlı çıkan bir takım, yeni stadlarında oynadıkları 34 maçın 31'ini kazanıp hiç yenilmediler 18 ay boyunca. Ekim 2008'den bu yana sahalarında oynadıkları 55 maçta 51 galibiyet ve 4 beraberlik aldılar, mağlubiyet yok. 124 gol atıp 16 gol yediler, bu sezon ŞL'de 1 gol gördüler kalelerinde. İnanılmaz sayılar gerçekten. Lucescu da tıpkı Jose gibi bu tür istatistikleri sever özellikle iç saha konusunda, benzerlerini Galatasaray'la da yakalamıştı, lig ve Avrupa'da. Her iki teknik adamın oyun tarzlarının kesişmesi aslında önemli bir ipucu başarılarına dair.

Bu iki takım Süper Kupa Finali'nde karşılaşmışlardı ve hiç kolay olmamıştı Barça için, uzatmalarda atılan bir gol sonucu belirlemişti. Diğer referans ise karbon kopya Arsenal'in Shakhtar'a 5 gol atmasıydı, Pep mutlaka bu maçı inceleyecektir ve karşısına eşit topa sahip olma, başarılı pas gibi veriler çıkacak, bakalım nasıl okuyacak bunları. Arsenal girdiği pozisyonları yüksek bir yüzdeyle değerlendirmiş ve o maç da istisna bir performans gibi duruyor bu yüzden.

Lucescu kurayla ilgili "Bizim için kötü bir haber ancak onlar adına da. Bir İngiliz takımı Barça için daha kolay olabilirdi. Barça, sizin hücum yapmanızı engelliyor çünkü topu çok hızlı geri kazanıyorlar. Ama bizimle hep sorunları olmuştur" şeklinde konuştu.

Shakhtar oyuncularının kura anındaki tepkileri;

http://www.youtube.com/watch?v=iJT_2C9FFvQ

Çeyrek final için daha zaman bulunuyor, yorum konusunda erken. Bence kötü bir kura değil, Inter, Chelsea, United dururken bir sonraki turda Madrid - Tottenham eşleşmesi de iyi aslında. Barça'yı en çok zorlayacak üç takım finalden önce Barça'nın karşısına gelmiyor. Bu üçüne eklenebilecek, psikolojik açıdan görece daha zayıf olan Shakhtar'ı da geçeceklerine inanıyorum.

Uzun vadeye bakınca da yaklaşık 19 günde 4 El Clasico olasılığı var, futbol festivali, sezonun ilk yarısındaki maçı ve rekabetin tarihini hatırlayınca. Ayrıca Ağustus ayında İspanya Süper Kupası'nda karşı karşıya gelecekler 2 maçla. 7 maç olabilir toplamda.

Barça'nın tamamını kazanması beklenemez, önemli olan stratejik anlarda istenilen sonucu almak, Kral Kupası finalinde galibiyet, lig maçında en kötü beraberlik ve liderliği koruma, ŞL'de eşleşme olursa da sadece tur atlama. Mourinho'nun yıkımı ya da yeniden doğuşu.

Diğer maçlar;

Chelsea ligden koptu, son şansları ŞL ve bence Manchester United çok iyi bir savunma kültürüyle buralarda, oyuncu seviyeleri kesinlikle yetersiz ve Rio'nun da sezonu kapadığı söyleniyor. Son maçlarda Sir Alex Ferguson, takımı geriye yaslıyor zorunluluktan, başka şansı yok çünkü. Torres'in geceleri olabilir, bence Chelsea bir adım önde ve diğer taraftan gelmesi muhtemel Inter'i de eleyip final görebilirler bu sezon.

Inter, Schalke'yi eleyecektir, havayı kesinlikle yakaladılar.

Tottenham da tıpkı Shakhtar gibi enteresan bir takım, ters gelebilir Madrid'e. Inter'e 6 gol atıp, Milan'dan gol yememek gibi birbirinden bağımsız iki istatistiğe sahipler. Onların garipliğini en güzel anlatan da bu. Sezonun en formda ismi Van Der Vaart için intikam, Bale, Lennon ve Modric için bir adım öteye geçme zamanı. Yine de Madrid elemeye yakın, Mourinho ve Ronaldo faktörüyle.

Son 16 eşleşmelerinde sadece Milan tahminlerimde beni yanılttı, bunu da not olarak ekleyeyim.

Getafe maçı;

Artık Abidal aramızda olmayacak ve onun adına da mücadele edecek arkadaşları.

Puyol haftalardır sakat. Maxwell ve Pedro tam iyileşmediler.

Klasik 4 - 3 - 3'üyle sahadaydı takım. Milito, Adriano ve Bojan olmayanların yerine oynuyorlardı ve Javier de Sergio'ya tercih edilmişti, savunma formundan ötürü.

Yedeklerde Montoya, Fontas, Sergio, Keita, Afellay ve sakatlıktan yeni dönen Jeffren vardı.

Saatli bombalar Milito ve Adriano'ydu, hamle hataları, pas şiddetini ayarlayamama gibi rutin işlerini sürdürdüler yine. Puyol ve Maxwell'in en kısa zamanda dönmesi gerekiyor. Milli maç arası bu yönden anlamlı. Adriano hızıyla birşeyler yapmaya çabalıyor ancak çok savruk ve dengesiz, top kayıpları var ve Milito da müthiş pas görüşü, Barça'ya uygunluğuna karşın kademe ve markaj konusunda çok yetersiz.

Barça ilk golü kendi tarzıyla değil, dönen bir topa atılan şutla buldu. Kaçırılan pozisyonlar, topa kendi standartından daha az hükmetme gibi zaaflar göze çarpıyordu. 2. golden sonra 50 - 60. dakikalar arası Getafe savunma güvenliğini bırakarak oynadı, Barça maçı koparacak 3. golü bir türlü atamadı. Özellikle gol öncesi son paslarda başarısızlık ve Getafe savunmasının can siperane hamleleri buna engel oldu. 80'den sonra maçı öldürme çabası da pahalıya patlıyordu, önce 2 - 1 ve ardından 1 dakika içinde verilen 2 karambol pozisyonla, 3 puan ve şampiyonluk yarışındaki psikolojik üstünlük yitirilebilirdi.

Oyuncuların Abidal'den çok etkilendikleri söyleniyor, maça mutlaka yansımıştır zihin olarak.

Xavi haftaya cezalı. Valdes, Sergio, Javier ve Messi de sarı kart sınırında. Messi'yi Almeria maçında kenarda tutabilir Pep, daha önce Pique için yapmıştı aynısını, Jose'yse talimatla sarı kart aldırıp cezalı duruma düşürdü oyuncularını, hatırlanacaktır. Birisi oyuncusunu sakınıyor oynatmayarak, öbürünün hiçbir ahlaki değer umrunda değil. Mourinho, futbolu değil kazanmayı seviyor, onu en çarpıcı şekilde tanımlayan ifade kanımca bu. Bizse futbolu, güzel oyunu seviyoruz.

5 puan fark korundu, Villarreal maç çok büyük önem taşıyor.

Getafe'nin teknik direktörü Michel'in Madrid'i, Pep'in Barça'sı karşısında 7 maçta hiç kazanamadı. Getafe'siyse 4 maçta beraberlik dahi alamadı. 11 maçlık bir hüsran, şansı tutmuyor.

Barça ligde en son 2. hafta yenilmişti. 27 hafta üst üste kaybetmediler ve kulüp rekoru (1973-74 Michels & Cruyff ile 26 maç) kırıldı.

Duran top organizasyonundan canı çok yanan ve nefret edenler kulübünün bir üyesi olarak, Barça'nın bu yöntemle gol bulmaya karşı reaksiyon verdiği ve dünya futbolunu değiştirmeye çalıştığı da görülüyor. Ligde atılan 81 golün sadece 4'ü duran toplardan, 1 korner, 1 frikik ve 2 penaltı. Güzel oyun manifestosuna gönülden bağlı onlar, rakip yarı sahada birkaç duran top kazanıp gol pozisyonu yaratma işine daha çok kafa yoranlardan değil, hiçbir zaman da olmayacaklar. Penaltıyı bile pas vererek kullanan ve topu boş kaleye yuvarlayarak en güzel golü atan Johan'dan geliyorlar çünkü.

Abidal için oynayacağız.

Haklıyız kazanacağız.

20 Mart 2011

A. Eren Loğoğlu

17 Mart 2011

Derbi Öncesi



Tek maç stratejisi üzerinde durup rakibe göre sahaya yerleşmek, onbiri belirlemek ve görev tanımları yapmak daha sağlıklı olacaktır.

---------------Emirhan--------------
Lucas---Servet------G Zan---Insua
----------------Cana-----------------
-----------------------Culio----------
-----Yekta------Pino------Kewell---
----------------C Kazım-------------

Yedekler: Aykut, A Kesim, Ayhan, Arda, Aydın, Stancu, Baros (Sol bek sakatlanırsa üçlüye dönelim, gene de H Balta ve Çağlar oynamasın. Ayrıca M Sarp ve Barış da 18'de olmasınlar)

şeklinde bir kadro sürülebilir sahaya. Hagi, 5 - 1 kazandığı kupa ve 0 - 0 biten lig maçlarını referans alırsa çözümü bulacaktır kanımca.

Necati & Ribery hamlesini, Pino'yu merkezde kullanarak yeniden uygulayabilir Gica. Baros'un formsuzluğunda ve Stancu'nun verimsizliğinde, eski takımına karşı bir şeyler kanıtlama uğraşına girmesi muhtemel Colin Kazım'ı en uçta kullanmak da iyi bir hücum seçeneği gibi duruyor. Benzer stratejiyi Fenerbahçe Kadıköy'de bize karşı uygulamış ve çok başarılı olmuştu, savunmada kalıp Colin Kazım'ın fiziksel üstünlüğünü santrfor bölgesinde kullanan yapıyla.

Bir başka tercih de takımın oyun merkezini sola kaydırmak olmalıdır. Topuz, Niang, G Gönül ve onlara eşlik eden Alex ile hücumları daha çok buradan gerçekleşiyor Fener'in. Insua, Culio, Kewell karşı cephe olarak önemli, keza Kewell'ın futbol aklını kullanarak Pino ve Colin Kazım'a hazırlayacağı hücumlar ana stratejimiz olabilir.

Yekta'nın arkasında yer alan büyük boşluk göze çarpıyor. Burda da devreye Lucas'ın çift görevlendirmesiyle, takım öne çıktığında o boşluğa yerleşmesi girecek. Cana Alex'e nefes aldırmazken, Lucas savunmanın önünün sağını ve Culio da solunu kontrol edebilecek.

Servet & G Zan, Cana ve Lucas dörtlüsünün oynaması Alex'in duran toplarına karşı alınabilecek en iyi önlem olabilir. Kale de diğerlerine hiçbir şartta güvenilemediğinden Emirhan'a emanet edilebilir. Tecrübesiz, maçın atmosferini kaldıramaz deniliyorsa -kaybedersek ne olacaksa- Aykut da alabilir görevi, Feldkamp döneminin hatrına, Zapata ve Ufuk'tan iyidir.

Yekta'nın da oynaması gerektiğine inanıyorum, pas akışkanlığı yaratmak ve arkaya oyuncu sarkıtmak için ona ihtiyacımız olacak. Mücadele yönünden de her şeyini vereceğini biliyoruz.

17 Mart 2011

A. Eren Loğoğlu

14 Mart 2011

Geriye Kalan



FC Barcelona 75
Real Madrid 70

puan ile rekabeti sürdürüyorlar ve 10 hafta kaldı. Kalan maçlara ve takımların sıralamalarına göz atalım;

29. hafta Barça - Getafe (11) | Atletico (8) - Real
30. hafta Villarreal (4) - Barça | Real - Gijon (17)
31. hafta Barça - Almeria (18) | Bilbao (6) - Real
32. hafta Real (2) - Barça (1)
33. hafta Barça - Osasuna (13) | Valencia (3) - Real
34. hafta Sociedad (10) - Barça | Real - Zaragoza (16)
35. hafta Barça - Espanyol (5) | Sevilla (7) - Real
36. hafta Levante (12) - Barça | Real - Getafe (11)
37. hafta Barça - Deportivo (14) | Villarreal (4) - Real
38. hafta Malaga (20) - Barça | Real - Almeria (18)

Barça'nın ilk 10 içersindeki takımlarla 4 maçı var, Real'inse 6 maçı bulunuyor. Hedefi olan takım nezdinde bakılacak olursa Barça'nın 5 maçı orta sıra takımlarıyla (10-11-12-13-14) ve Real'in bu konumda olan tek maçı var.

Ligde kalma telaşı yaşayan takımlarla Barça'nın 2, Real'in 3 maçı var, bu durum haftalar ilerledikçe küçük oranda değişebilir, bu yüzden büyük değişiklik yaratacak bir veri değil kanımca.

Deplasmanlara bakıldığında Barça'nın ilk 10'daki takımlardan üçüne (Sociedad 10. sırada o da dahil) deplasmana gideceği görülüyor, Madrid'inse 5 acayip deplasmanı var. Bir de El Clasico.

Tüm bu olumlu görünümün yanında 5 puanlık fark ve 5 - 0 biten maçın getirdiği ikili averaj da kenarda duruyor Barça için. Barça El Clasico'yu beş farkın altında kaybederse, 1 beraberlik alsa bile liderlikten düşmüyor. Bu varsayımlar elbette Real Madrid'in bu kadar zor maçları olmasına karşın hiç puan kaybetmemesi üzerine kurulu. Jose'nin söylediği gibi şu andan sonra herhangi bir puan kaybı ligin bitmesi anlamı taşıyabilir çünkü Barça'nın El Clasico dışında 4 puandan fazla kaybetme olasılığı yok gibi görünüyor.

Guardiola'ysa El Clasico'ya kadar olan kısmı mini lig olarak değerlendirip 9 puan ile Madrid'e gitmek istiyor. Madrid eğer 3 maçından -ikisi deplasman- aynı puanı çıkaramazsa fark yeniden açılacak ve biliyoruz ki Bilbao Real'e her daim çelme takmıştır, Espanyol'un Barça'ya yaptığı gibi. Eğer Real puan kaybeder ve El Clasico'dan da galibiyet çıkaramazsa lig biter, muhtemelen puan kaybı yapmasa da El Clasico'yu kazanamazsa ligi kaybedecekler.

Barça, Villarreal ve Madrid'e yenilip 2. sıraya düşse dahi, kalan maçlarda Real'in kusursuz bir performans sunması gerekecek.

Real'in Barça'ya 5 puan kadar yaklaşabilmesini federasyon ve hakemlere borçlu olduğunu söylemek yanlış değil. Çok şeye gebe bir rekabet var karşımızda, hele de Rijkaard'ın 4. yılında 3. kez üst üste şampiyon olmayı nasıl elinden kaçırdığını hatırlayanlar için.

Barça 3 yıl üst üste şampiyon olmak adına, güzel oyun uğruna sürdürecek mücadelesini.

***



Sağlık raporu felaket.

Cumartesi için Dani Alves, Adriano ve Messi şüpheli, Maxwell ve Pedro muhtemelen yok.

Milli maç arası da geliyor. Sakatlıklar umarım kısa zaman içinde düzelecektir.

***



Bu yazın transfer listesi şekilleniyor.

Katalan gastelerinde anketler yapılıyor, Cesc ve Bale baş başa gidiyor. Her ikisi de isteniyor kulüp tarafından. Fabregas biliniyor zaten, 2015'e kadar sözleşmesi devam ediyor ve Arsene Wenger bu yaz bir görüşme olacağından bahsetti ayrılma / kalma hususunda. Geçen yaz yapılan konuşmalarda sürekli önümüzdeki yaz vurgusu da yapılmıştı FC Barcelona kulübüne.

Gareth Bale da Barça'nın kendisiyle ilgilendiğini doğrulayan açıklamalar yapıyor sürekli. Dani Alves işlerliğinin ters kanatta da olması, takıma durdurulamaz bir hücum opsiyonu sağlar, Barça da bunun farkında, sağ tıkandığında soldan da ceza sahasına Alves gibi girebilen biri, oyun genişliğinin varabileceği en üst noktadır herhalde.

Bu iki isim dışında Villarreal'den Messi gibi harika sahte 9 numara oynayan ve gollerini sıralayan Rossi düşünülüyor, Cesc olmazsa da Cazorla. Ligin en çok pas yapan oyuncularından Borja Valero ve Cani de listede. Villarreal'in Barça'ye benzer oyun yapısı, onları havuz haline getirdi açıkçası.

14 Mart 2011

A. Eren Loğoğlu

Bu Defa Olmadı



Öyle bir kusursuzluk denklemi kurdu ki Barça, dışardan ideal onbire dahil edilen her oyuncu aksıyor. Adriano'dan bahsediyorum.

Puyol'un yokluğunda Abidal merkez savunmacı, sol bek Adriano'ydu.

İlk yarı bir topu uzaklaştırmak için taca vurdu, ordan gelen hava topuna yükselip faul yaptı, duran top penaltı tartışmalarına yol açtı. Sevilla'nın ilk yarıdaki bir diğer atağında da topu sektirip rakibe vurma şansı verdi. Hücuma çıkma konusunda başarılıydı ancak final paslarında yanlış tercihler, pas şiddetini ayarlayamama gibi sorunları oldu. Pep'in onu daha önce oyundan alması gerekirdi.

Pedro'nun sakatlanmasıyla Villa üçlünün sağında, Bojan solunda oynadı.

Messi'nin verilmeyen serbest vuruş golü, Alves ve Adriano'ya çalınan iki ofsayt kararı Madrid'in yarışta kalması adınaydı. Messi'nin yine direkten dönen kafa vuruşu da önemli bir pozisyondu, ikinci gol maçın bitmesi anlamını taşıyabilirdi.

Devrenin sonunda Messi'nin sakatlanma olasılığı endişe doğurdu ve ikinci yarıya biraz ürkek başlayan Leo'nun kaptırdığı top golle sonuçlandı. Guardiola'nın zor deplasmanlarda başvurduğu üçlü savunma sırf bu golü yememek için üretilmiş bir çözümdü. Atletico Madrid'in Barça'ya gol atma tarzı olan iki santrfordan birinin kendini arkaya atıp diğerine ara pası servis etmesini -basketboldaki 4 ve 5 numaraların paslaşması gibi- denediler Kanoute'yi oyuna alıp. Sergio, ön libero gibi iki merkez savunmacının ortasında çakılı değil, gezgin bir ön süpürücü olarak kanatlara da açıldığından, Kanoute savunmacısını yanında biraz öne taşıyıp diğer santrfor Negredo'ya ve o da Barça'nın solundan akan Navas'a pozisyon hazırladılar. Üçlü savunma olsaydı, santrforlardan birinin kendini arkaya atması bir işe yaramayacaktı çünkü sayısal üstünlükten dolayı pozisyona girme olasılığı azalacaktı. Teorik konuşuyoruz aslında, 45. dakikadan sonra takımın oyun sistemini üçlüye çevirip Sevilla'nın Kanoute hamlesine karşılıp vermek başka riskler de doğururdu elbette, daha önce defaatle anlattığım.

Yazının başındaki görsel Valencia maçından, bahsettiğim stratejik yaklaşım işe yaramıştı bir deplasman önce. Pep, takımın 4 - 3 - 3 ritmini bozmak istemedi, ilk yarı skoru 2'ye getirse, bunların hiçbiri konuşulmazdı muhtemelen, takım o derece akışkandı, özellikle Andres'in formu sürüyor.

Sevilla'ya golden sonra müthiş bir cesaret geldi, bunun sebebi teknik direktör Manzano'nun Barça'ya karşı öne geçersek ŞL yorgunluğundan yararlanırız, geriye düşersek kazanamayız söylemiydi. Oyuncuları maçı berabere getirebileceklerini göstermişler ve yanıltmışlardı antrenörlerini.

Sürekli Alves'in bölgesinden oynayarak arkaya sarkmayı başardılar ve pozisyonlar da buldular. Barça'nın kaçırdığı goller, Bojan'a çalınmayan penaltı, rakibin sertliği, isteği, çizgiden çıkan toplar, Iniesta'nın direkten dönen topu, ceza sahasına yapılan her ortada hakemin faul vermesi ve Sevilla'nın atamadıklarıyla gel gitleri olan bir maç oldu.

Kanoute'nin son 10 dakika ön kesici gibi oynadığını da ekleyeyim, inanılmazdı.

Villa çok kötü bir günündeydi, seken topları biraz takip edebilse gol bulabilirdi. Pique'nin kendi sağından gelen hücumlarda kararsız kaldığı anlar oluyor, topa çıkıp çıkmama konusunda, aynı hatayı daha önce de yapmıştı, Puyol'dan hamle zamanlamasına dair öğreneceği çok şey var daha. Puyol'un eksikliği özellikle kontrataklarda çok hissediliyor, her ne kadar Abidal insanüstü oynasa da.

Maçın hakemi yine çok konuşulacaktır, Sevilla'nın Madrid'le polemiğe giren, başkenti alenen şike yapmakla suçlayan halinden sonra Barça'ya aslan kesilmesiyse şaşırtıcıydı. Elbette kuzu olması beklenemezdi ama çok aşırı bir motivasyonla oynadıkları belliydi ve sebebini pek algılayamadım. Manzano'nun tarihin en iyi takımıyla oynayacağız sözünün öneminden yola çıkılabilir ya da Sevilla maçlarının genelde gergin geçmesinin etkisi denebilir.

Barça'nın bu sezon sadece 3 yenilgisi var, ikisi Sevilla şehrindeydi, üçüncü maçta da galip gelemediler, uğursuzluk devam ediyor Endülüs diyarında.

Barça 2 puan kaybetti veya 1 puan kazandı, bunu zaman gösterecek. Fark 5 şu an, çok maç var daha ve Pep, maçtan sonra bu farkı korumalıyız dedi. Madrid'den sonra çıkılan 8. maçta takım ilk defa puan kaybetti. Madrid'se 19 kez Barça'dan önce oynadı maçlarını, Jose'nin bu konuda federasyona eleştirileri oluyor, aynı fikstür serzenişlerini İtalya ve İngiltere'de de yapar ve ciddiye alınmaz, hatta bu konuya niçin bu kadar takıntılı olduğu pek anlaşılmazdı. Çok fazla hesap kitap yapıp kendi kafasını karıştırıyor.

Valencia ve Sevilla deplasmanları atlatıldı şeklinde de bakılabilir olaya. Geriye Villarreal ve Madrid kaldı zorluk derecesi yüksek. Sarı denizaltılar formda değil bu aralar ama onlar da Sevilla gibi aşırı motivasyonla sahaya çıkacaklardır, Madrid'den alamadıkları puanın acısını çıkartmak için. Bir de içerde Espanyol maçı var, onun dışında ligin son 10 sırasındaki takımlar ve Guardiola aslında ligde kalma mücadelesi verenlerle önceden sonucu kestirilemeyen maçlar oynanabileceği üzerinde de durduğunu belirtti.

Madrid'in maçlarıysa çok zor, El Clasico dışında, beş çok zor deplasmanı var, Atletico, Bilbao, Valencia, Sevilla, Villarreal, tamamı duruyor üsttekilerin. Şampiyonluğu kazanmaları mucize gibi gözüküyor olsa da, futbol bu, kağıt üzerinde değil sahada oynanıyor.

Barça, Villarreal maçında puan kaybetmezse ve Madrid El Clasico öncesi iki deplasmanından 6 puanla dönemezse, mucizenin de ötesinde bir şeyleri aramaları gerekecek, keza El Clasico'da yenilirlerse Barça'ya, mucize için bile şansları kalmaz.

Villarreal maçı çok önemli bu sebeple, geçen sene Barça şampiyonluğu Villarreal ve Sevilla deplasmanlarından 6 puanla dönerek kazanmıştı, bu sezon 4 puan alırsa yeterli olabilir, yolun yarısının da ötesine geçerler.

Karamsar olmayı gerektirecek bir durum yok, Barça felsefesini yansıttı, bazı oyunculardan ötürü kimi kısımlarda aksaklıklar oldu, hakem hataları çokçaydı, rakip iyiydi ve aşırı derecede maçın içersindeydi. El Clasico'ya kadar Barça'nın puan kaybı olmayacaktır, Sevilla maçından alınan dersle. Baskı aslında yine Madrid'in üzerinde olacak, fark 5'e inse de.

14 Mart 2011

A. Eren Loğoğlu

13 Mart 2011

10'un Vedası



İlk yarı iyi, ikinci yarı rezil bir oyun vardı Galatasaray adına.

4 - 2 - 3 - 1 ile sahadaydı takım,

Lucas---Servet---H Balta---Çağlar
--------Cana-----Ayhan-----------
Aydın--------Stancu----------Pino
-------------Kewell--------------

yayılımıyla.

İlk yarı çok pozisyon üretememesine karşın oyunun iyi gözükmesinin sebebi başarılı pas sayısının yüksek olması ve bunun sonucunda rakibin çok fazla tehlikeli bölgeye gelememesiydi. Galatasaray da beceri taşıyan, yaratıcı oyunculardan yoksun olmanın ıstırabını çekiyor ve pozisyon bulamıyordu. Kewell'ın futbol aklının ve Pino'nun yeteneğinin devreye girdiği tek organize hücum gol oluyordu.

İkinci yarıya anlamsız bir psikolojik çöküntüyle başladı Cimbom. Geriye çekildi, daha doğrusu rakibi tarafından itildi, savunmayı biraz daha öne kurdu Ankaragücü ve top kayıpları gol girişimleri doğurdu. Özellikle ilk yarının iyi isimlerinden Lucas'ın, 3 pozisyon ard arda çalım deneyip kaptırması, golün hazırlayıcısıydı. Galatasaray'ın baskıdan kendini kurtaracak dikine top süren oyuncuyu -box to box- bir türlü bulamadığı düşünüldüğünde, Lucas'ın bu hataları yapmak için oyunu forse etmesi anlam kazanıyor.

İlk golün gelişiminde elbette Lucas'ın etkisi göz ardı edilemez ancak Çağlar'ın futbolculuk mesleği dışında başka bir branşa -astronot cuk oturur, futbol topuna uzak olsun, uzaya yakın- yönelmesi gerektiği de açıkça görülmüştür. Ceza sahası önündeki bir topu savuşturmanın yöntemi nereye giderse gitsin olamaz, hele de Galatasaray gibi büyük bir takımda oynuyorsan.

Yenilen diğer iki golden birinde de Barış'ın pas hatası vardı, topu taca bıraktı ve dönen top ağlarla buluştu. Keza Cana'nın da Çağlar türü hatası akıl alır gibi değildi, benzerini İBB maçında da pas vermek isterken Servet'e çarpan ve rakibin önüne düşen top ile yapmıştı. Bence onun da bileti kesildi, bu saatten sonra kalabileceğini sanmıyorum. Barış'ın Kewell'ın arkasındaki üçlünün ortasında, eski tabirle 10 numara gibi oynatılması, 10 numaraların son temsilcisi Hagi'ye hiç yakışmadı.

Lucas, Kewell ve Cana birer Galatasaray efsanesi olabilirdiler, müthiş futbol aklı vardı onlarda ancak doğru zamanda doğru yerde doğru takım arkadaşlarıyla bir arada bulunamadılar. Lucas kalsın isterim yine de.

Kewell'ın ikinci yarı değişmesi gerekiyordu, çok top ezdi. Hagi değişiklik düşünmedi, Pino'yu merkeze alıp Arda'yı sola koymak daha akılcı olabilirdi.

Çağlar o kadar kötüydü ki, onu oyundan almayı düşündü Hagi, Cana geriye, H Balta sol bek bölgesine geçti ve olanlar oldu. Cana kötü stoper -geçen sezonki Chelsea Sunderland maçını izleyenler anımsar- ve Hakan Balta kötü sol bek, sonuç kısa sürede kalenin abluka altına alınması, acziyet ve kaçınılmaz yenilgi. H Balta'nın birkaç defa ofsaytı bozup rakibe pozisyon olanağı tanıdığını da hatırlatayım.

Sol bek yokluğunda Insua'nın 18'e alınmama sebebi, kiralık olarak takımda bulunması olamaz, çünkü mevcut oynayan isimlerden de sezon sonu ayrılması muhtemel olanlar vardı. Umarım Hagi'nin takıntı meselesi değildir yine, gerçi iş işten geçti artık, Hagi de kalmayacak sezon sonunda.

Kaleci Zapata'ya artık değinmeye bile ihtiyaç duyulmamalıdır. Üzerine gelen topu bile içeri alan, ilk geldiğinde ayağı iyi diyenleri yanıltacak kadar kötü paslar veren, herhangi bir kalecilik vasfına haiz olmayan biri. Niçin getirildi, ne amaçlandı, kim izledi ve beğendi, yabancı kontenjanını bu denli yanlış kullanmak nasıl bir zihniyetin ürünüdür, çözemiyorum.

Stancu da yeni gelecek teknik direktörün isteyeceği bir isim olmayacak ve elde patlayacaktır.

Bilmem kaç milyon TL'ye alınan Yekta'nın ne kadar süre aldığı da ayrıca incelenmelidir, Hagi onu oynatmadığına göre muhtemelen istemedi ve hala teknik direktörünün kararlarına riayet etmeyen bir yönetim şekliyle karşı karşıyayız. Elano, Misimovic, Keita, Lincoln gibi taraftarın bir kısmının tepkili olduğu isimler olunca, işlerine gelince daha doğrusu, söz dinliyorlar.

34 yaşındaki Ayhan bundan iyi oynayamaz, ona söyleyecek bir şey olamaz, keza Aydın da günün tek başarılı ismiydi Galatasaray'da. Lucas ve Kewell'ın gol sonrası onu tebrik ettikleri fotoğrafı çerçeveletip duvarına asabilir.

33 puandasın, orta sıralardasın, 18'inde Emirhan, Ahmet Kesim, altyapıdan bir sol bek -Schuster'in Doğukan tercihi gibi- Cumhur, E Çolak, Anıl ve Cem Sultan'dan hiçbiri yok, ne kadar acı!

Galatasaray tarihinin en kötü sezonunu yaşıyoruz ve ceza çekmeyen tek unsur oyuncular. Kaybetseler de paralarını alıyorlar. Kulübün bundan sonraki sözleşmelerde takımı yarışmacı hale sokacak maddelerle oyunculara imza attırması gerekir. Ligde ilk ikiye girilemezse sezon sonu yeniden ücretlendirmeye gidilir veya ücretler % 30 azaltılır gibi. Yeni transferlerin de artık yüksek ücretler almaması gerekiyor çünkü Galatasaray şampiyonluğa oynamıyor, Avrupa'da yok.

5 gün sonra TT Arena'da Fenerbahçe'yle oynayacağız. 50 yıl kulübe hizmet etmesi beklenen stadyumun ilk yenilgisi de büyük bir ihtimalle bu derbide olacak, kaderin garipsenen yüzü.

Şimdiden elveda Hagi, seni canımdan bir parça gibi seviyorum.

13 Mart 2011

A. Eren Loğoğlu

10 Mart 2011

G ü z e l O y u n



Nerden başlayalım ki yazmaya.

Klasik 4 - 3 - 3'üyle sahadaydı Barça. Puyol sakat, Pique cezalıydı. Yerlerine Sergio & Abidal ikilisi göz kulak oldu ve sol bek olarak Adriano görev aldı. Sergio'nun pozisyonuna da Mascherano geçiverdi. Onun dışında farklılık yoktu.

İstatistikler vereyim biraz:

- Guardiola döneminde Barça, 20. eleme turunu oynadı ve sadece 2 defa kaybetti, Sevilla ve Inter.

- Leo Messi 2011'de oynanan 17 maçta da en az 1 gol atmayı ya da 1 asist yapmayı başardı.

- Messi 45. golünü attı bu sezon, rekor gerçek Ronaldo'da, 47 ile, Messi de egale etmişti geçen yıl bunu.

- Messi kutsal Barça formasıyla Avrupa Kupaları'ndaki 33. golünü ağlarla buluşturdu ve Rivaldo'nun 31 golünü geride bıraktı. Barça B'yi çalıştıran Luis Enrique'nin de 27 golü var.

- Barça, Messi'nin gol attığı hiçbir ŞL maçını kaybetmedi, 23 maç 20 galibiyet.

- Arsenal, Arshavin'in oynadığı 14 ŞL maçında ilk yenilgisini aldı.

- Bu sezon Barça ve Arsenal, liglerinde ilk 15 dakika gol yemediler.

- Barça son 16 ŞL maçında gol bulmayı başardı, rekor 22 maç ile Bayern Münih'in.

- Barça Camp Nou'da İngiliz takımlarına karşı oynadığı son 7 maçın sadece 2'sini kazanabildi, iki maç da Arsenal ile oynandı.

- Arsenal, Barça'ya karşı oynadığı son 7 maçın sadece 1'ini kazanabildi.

- Andres Iniesta, Barça'da 350. maçına çıkarak, tarihte bu sayıya en erken ulaşan oyuncu oldu.

- Barça, 2006'da ŞL kupasını kazandı, 2008'de yarı finalde elendi, 2009'da kupayı kazandı, 2010'da yarı finalde elendi, 2011'de çeyrek finale yükseldi. 2005, 2006, 2009, 2010 lig şampiyonluğu ve 2004, 2007'de ikinci bitirdi, 2011'de de 7 puan farkla lider konumda. Sadece güzel oynamakla kalmayıp, stratejik davranmayarak da başarılı olunabileceği kanıtlıyorlar, futbolun tarihi değişiyor onlarla.

Maça dair veriler:

Barça 19 gol girişimi, kaleyi bulan 10 şut, % 68 topla oynama ve 738 başarılı pas.
Arsenal 0 gol girişimi, kaleyi bulan şut 0, % 32 topla oynama ve 199 başarılı pas.

Bu sayıları uefa.com'dan aldım, İngiliz ve Katalan gastelerinde pas sayıları biraz daha fazla ve Barça'nın topla oynaması daha yüksek.

Maç sonrası Wenger, kaleye şut bile atamayan bir takımın tur atlaması kolay değildi dedi. Hakeme kızgındı ancak Barça'nın hak ettiğini de belirtti.

Barça, olağanüstü bir dominasyon sergiledi aslında, istatistikler bazen yalan söylemez. Arsenal, Premier Lig'de topa en çok sahip olan ve rakip kaleyi en çok bulan takımdı ve Camp Nou'da tek şut bile atamadılar, Arsenal'in kaleye gelemediğinden bahsediyoruz, inanılmaz. Guardiola, Arsenal için üç pas üst üste yapamadılar demecini verdi. Gol atmak için üç pas üst üste yapmak şart değil ancak takım Arsenal olunca ve oyun tarzı göz önüne alındığında çok şaşırtıcıydı durum. 2003'ten bu yana ŞL'de rakip kaleye şut atamayan tek takım olarak tarihe de geçti Wenger'in dün geceki Arsenal'i, en hüzünlü kısım, ders çıkarılması gereken mesele buydu onlar adına. Geçen sezon Jose'nin Inter'i bir şut girişiminde bulunmuştu en azından.

Sezonun en verimli ikinci maçıydı, 5 - 0 Jose, Madrid intikamından sonra. Graeme Souness, bir Liverpool efsanesi, şu anki Barça'yı tarihin en iyisi şeklinde nitelendirdi, maç sonrası yorumlarında, kanı giderek yaygınlaşıyor.



Elemenin ilk maçı, kaleci Szczesny muhteşem bir performans sunmuştu, dün gece o sakatlandı, Almunia insanüstüydü. Barça'nın şanssızlığıydı, kalecilerin devleşmesi. Maçların kopmayıp turun hep ortada gözükmesine ve tedirginlik yaratmasına sebebiyet verdiler, heyecan katsayısı logaritmik yükseldi.

Arsenal'in Bendtner'in sonlarda yakaladığı pozisyon dışında, herhangi bir tehlike üretememiş olması, nasıl bir çaresizlik içersine düştüklerini anlatıyordu. Barça'nın yüzde yüz 10 - 12 pozisyonu vardı.

Akıl almaz üçgenler, Xavi'nin aldığı sorumluluk, Iniesta'nın ışıldaması, kaçan inanılmaz goller, Adriano'nun bu takımın oyuncusu olmadığı gibi emareler taşıyordu gece. Ve Messi. Arka mahlenin ayağında top hava kararana kadar oynayan, boyu en kısa veledi. Katalunya onu çok seviyor, yeryüzü de öyle.

Wenger'i orta saha tercihinden dolayı yadırgadım. Inter'i olmasa da Chelsea'yi referans aldı, hiç gerek yoktu, gölge etmemeliydi romantik futbola. 5 merkez orta saha oyuncusu kullandı, Nasri, Diaby, Cesc, Wilshere ve Rosicky, ikisini kanada atar gibi yaptı, merkezde safları sıklaştırdı, boşluk istemiyordu. Chelsea'de Lampard, Essien, Ballack, Malouda dörtlüsüyle ve Anelka'yı da onlara yaklaştırarak oynatmıştı. Arsenal, Chelsea gibi oynayamadı, çünkü oyuncular buna uygun isimler değildi ve kadroda da böyle birileri bulunmuyordu, Wenger'in stratejisi akılcı gözükmedi.

İlk maçta da belirli bir dominasyon vardı ancak Barça bu kadar pozisyon üretememişti çünkü topla oynaması % 60, başarılı pas sayısı 629 ve en çarpıcı olanı Arsenal'in başarılı pas sayısı 299 idi, dünkünden 100 fazla. Pep'in üç pas ard arda yapamadılar söylemini burdan okumamız gerekiyor, Arsenal pas yapamayarak hem hiçbir şey üretemedi hem de bilmediği bir savunma oyununa zorlanmış bulundu. Wenger'in Arshavin'i kullanmayıp 5 merkez orta sahayla başlamasının da etkisi vardı elbette hücum edilememesinde.

Barça ceza sahasında sadece 2 defa topa dokunabilmişler, Barça'ysa rakip ceza sahasında 47 defa topla buluşmuş. Her şeyi özetliyor ve Wenger'in felsefesini üzüntüye boğuyor bir anlamda.

Cesc berbat bir performans gösterdi evinde, seyirciden etkilendiğini sanmıyorum, keza sakatlığının 15. dakikada nüksettiğini ve maçı tamamlayamayacağını düşündüğünü belirtti. Arsenal, kendini çok zorladı Barça maçlarında, Walcott, Cesc, Van Persie, Nasri, Szczesny sakatlandı, umarım hızla düzelirler, onları seviyoruz gerçek felsefelerine döndükleri ve karbon kopya Barça oldukları sürece. Dün gece parlamamış olsa da, Katalan Fabregas'ı da yuvasına bekliyoruz, Xavi'nin yeri ve 4 numaralı forma onun 2 - 3 yıl sonra.



Bu arada, maç bitimindeki kucaklaşmada Wenger Pep'e, hakemi kutlaması gerektiğini söylemiş, gönlümüzdeki yerini zedeler belki bu davranışlar ama asla silemez, Wenger güzel adamdır, ne yaparsa yapsın, Cesc'i de alsa, Toral'ı da kaçırsa, Barça'yı da elese. Unutulmaması gereken bir şey var, Barça ilk maçtan sonra -Messi'nin sayılmayan golü, Pedro'nun penaltısı- hakem hakkında hiçbir açıklama yapmadı ve bu maçta da es geçilen bir penaltı ve kurallara göre kırmızı kart olan bir pozisyon bulunuyordu. Yakışmıyor Wenger ve güzel oyun mottosuna.

Gecenin adamı Iniesta, Messi, Xavi sırasıyla gözükse de Mascherano'ydu. Performansının arttığından bahsediyordum aralıklarla, dün gece zirve noktasıydı. Arsenal'in her hücumu olgunlaşmadan eridi, onun müdahaleleriyle. Ceza sahasına atılan 2 top da Adriano'nun kaptırmalarıydı. Son topa bile dokundu ve gecenin aydınlığının karanlığa dönüşmesini engelledi, sakatlanma pahasına. Çok özel bir oyuncu, Barça felsefesini zamanla kavramasını umuyorum. Kulübün neden altyapıdan Sergio'nun yedeği olması için bir oyuncu çıkartmayıp 20 küsür milyon Euro harcadığının en açık ifadesiydi bu maç.

Adriano ve Mascherano'nun kendilerini göstermek adına sınırlarının üzerine çıkan işlere kalkışmaları Barça'nın ritmini bozan tek unsurdu. Javier'in yerini bulmayan uzun pasları, Adriano'nun yanlış yerde topla fazla oynaması gibi hatalar, gerçekten tedirgin ediyor izleyenleri ve takıma sonradan dahil edilenlerin diğerlerinden olumsuz yönde bir farkı olduğu çok net görülebiliyor. Barça'ya adaptasyon için uzun süreler gerekiyor. Abidal de giderek büyüyor, onu da ekleyelim, Pique ve Puyol'un yokluğunda, onları kesinlikle aratmıyor. 1 - 1'den sonra Javier'in arkayı kontrol eden ve Sergio'yu öne çıkaran, çift pozisyon oynar gibi davranması da olağanüstüydü ayrıca, 3. gol Sergio'nun pasıyla başladı, rakibin 2. golünü de Mascherano önledi.

Maçtan enstantaneler;

Guardiola'nın 45 + 3'de gelen gole sevinmesi bir başkaydı. Günlerini hastanede geçiren ve gerilim yüklenmiş bir vücudun dışa yansımasıydı.



2. gol sonrası Iniesta'nın topu ağlardan alıp başlama vuruşuna getirmesi, bu maç böyle bitmez mesajıydı.

3. gol sonrası Messi'yi kucağına alıp havaya kaldıran, kendi kalesine gol atan Sergio'ydu, öyle sıkıntılıydı ki, Messi'ye duacıydı ve ibadetini gerçekleştiriyordu.

Yine 3. gol sonrası, Iniesta da Messi'nin üzerine atladı. Kule oluşturdular, bir Katalan geleneğiydi, Castellers, 19 Mayıs törenlerinde gençlerin üst üste çıkıp kule yapmaları gibi.



Maçtan sonra Pep Wilshere'yi, Messi Almunia'yı teselli etti, değerliydi, kazanmak tek başına önemli değildi, sahaya girip çılgınlar gibi koşturanları, dizleri üzerinde kayarak haykıranları, sulananları, 5 - 0 ile kıç üzeri oturanları da görmüştü arena. Hak edene hak ettiği gibi davrandılar hep, küstah, rakibini tebrik etmeyen ve aşırıya kaçan Jose'yi sulayıp, Arsenal'in hüznünü bir nebze de olsa paylaşıyorlardı.



Yine maçtan sonra Cant Del Barça duyuldu hoparlörlerden. Ardından da Coldplay'ın Viva La Vida'sı. Havaya giriyordu Katalanlar, 2009 gibi. Bu aralar Pique, Shakira'dan dolayı Waka Waka şeklinde çağrılıyor, belki onu da duyarız yakında.



Guardiola, bir sonraki turda Shakhtar'ı istemediğini açıkladı, kendilerini tanımalarından ötürü. Tottenham ve Schalke cephesinden de Barça kurada bize çıkmasın yorumu geldi.

Oyunun gelişimine dair çok detaya girmeye gerek görmüyorum. Barça'nın üst düzey bir performans sunduğu, sağ koridora işlerlik kazandırdığı, Xavi'nin sağ bölgeden boşlukları kollayıp ara paslarıyla oyuna genişlik verdiği, aynı işi zaman zaman Messi'nin yapıp Villa'yı savunma arkasına kaçırdığı, bu organizasyonlar işlemezse Andres'in soldan akarak topla ilerleyip savunmanın dengesini bozduğu -2. golün yaratımı- kusursuza yakın hücum zihniyeti sahadaydı. Daha da güzeli, savunma iştahı, kaybedilen topu anında kazanma adına yıldırım baskıydı. Zaaflar kaçan goller, kendi solundan yenilen iki hücum -Adriano- ve duran toplarda kısa -Pique ve yükseğe zıplayan Puyol- kalmaydı.



Barça'nın tarzına sıkıcı, heyecan vermiyor, hep aynı durağanlık eleştirileri geliyor. Aslında futbolun temel gereksinimleri kolay başardıkları için, bazen bize sıradan gözüküyor oyunları. Xavi ve Iniesta'nın her maç en az 10 defa denedikleri ara pasları, diğer maçlarda olduğu zaman bambaşka duygularla doluyor bünye. Messi'nin hızı ağır çekim gibi duruyor, topla ilerlemesi ve adam eksiltmesi olağan karşılanıyor. Alves'in nasıl sağ bek olduğu hakkında düşünce üretilemiyor. Sergio, Valdes, Pedro gibi oyuncuların Barça'da nasıl oynayabildiği tartışılıyor.

Cruyff şöyle anlatır meseleyi: "Futbol basittir, zor olan basit oynamaktır"

Barça - Arsenal eşleşmesine anlam katan "Güzel Oyun" felsefesinin Barça tarafının hikayesi, kişisel çeviri;

20 Yıldır Süren Direniş

Son birkaç yıl içinde, taktiksel savunma futbolu, güzel futbola karşı bir üstünlük kazandı. Ama ne zaman herkes umudunu yitirdi, yalnızca bir takım, artık güzel futbolla şampiyonluklar kazanılamayacağını anlamayı kabul etmedi. Ancak sonunda, onların uzun süreli sabrı ve güzel futbola olan inanışı, onları yeryüzünün en iyi ve en çok sevilen kulübü yaptı.

Futbol oynamanın farklı yolları vardır. Bazılarını izlemek keyifli ve güzeldir, diğerleri sıkıcı olabilirken taktiksel yönden zekice hareket şeklinde söyleniyor. Son 20 yılda eğlenceli ve güzel futbol yöntemi yok olmaya başlamıştı ve sadece bir hayal sayılıyordu. Ard arda takımlar, estetik oynayarak şampiyonluklar kazanılamayacağı düşüncesini kararlaştırmış görünüyor. Tedbirli oynayan takımlar daha iyiyi elde ediyordu. Hatta güzel oyunun telif hakkı sahibi 1970 Brezilyası, 90'larda bundan vazgeçti. Acı çekmiş Zico ve Socrates'in takımının zor ve tekrarlanan yenilgileri sonrası ülke travma geçirdi.

Her nasılsa Barcelona, baskıya dayandı ve futbol oynama tarzını değiştirmedi. Herreira ve Capello gibi dünyaya taktiksel (tedbirli) ama sıkıcı futboluyla (arkayı sıkı tutan ve kontratağa hızlı çıkan) hükmeden teknik direktörlerin stratejileri hakkında bir şey duymak istemediler. Barcelona'da onlar, dokunmak, temas etmek anlamına gelen "el toque" diye çağırdıkları güzel tarza yapıştılar. Ard arda topa temas eden oyuncularla, kısa paslarla, örümcek ağı dokumak. Bazen zaman alabilir. Rakibin savunmasında boşluk açmadan önce takım sabırlı olmaya ihtiyaç duyar. Sonunda sinek dokunmuş örümcek ağının içine düşecektir. Takım her zaman hücum alternatifleri için araştırır ve rakibe yarı sahasının derinlerine kadar baskı yapar.

Barcelona her geçen sene, hücum eden, eğlenceli ve güzel tarzda oynamaya bağlandı. Her şey, 1971'de kulüp için teknik direktörlüğü üstlenen Rinus Michels ile başladı. Hollandalı, kulübün bugün de arkasında durduğu Total Futbol tarzını getiren ilk kişiydi. Total Futbolda, hiçbir oyuncu mevcut görevinde sabitlenmiyordu; her oyuncu bir hücumcu, orta saha ya da durum dikte ederse savunmacıdır. Bu, Catenaccio'yu kullanışsız hale getirdi, sadece adam adama savunma total futbolu kapsamaya yeterli olmamasına karşın. Michels 1974'te kulüpten ayrıldı ve her şey tekrar normale döndü. Kulüp hemen hemen her sene, teknik direktörünü ve oynama tarzını değiştirdi, bir diğer Hollandalı, 1998'de teknik direktörlüğü üstlenene kadar: büyük Johan Cruyff. Oyuncu olarak Cruyff 1 İspanya Ligi ve 1 Kral Kupası kazandı FC Barcelona için ve şimdiden bir efsaneydi kulüp içinde. O, kulübün ve Katalunya ülkesinin içine yeni yaşam üfleyen olarak görülüyordu. 1974'ün bir Şubat gecesinde Real Madrid'i 5 - 0 yenmek, Katalunya'nın bağımsızlığı için bugün hala politik söylem sayılan bir zaferdi.

Böylece ne zaman kulübün "Hollandalı İntikam Meleği" Cruyff teknik direktör olarak belirdiğinde, Barcelona'daki herkes onun söylediği her sözcüğe inandı. "Cruyff her zaman haklıdır" herkesin zaten bildiği bir şeydi, özellikle Cruyff'un kendisinin.

O sadece bir oyun tarzını onaylamıştı. Onun başarılı Ajax'ının 70'ler boyunca oynadığı tarz. Johan, Ajax'tan pek çok emir kopyaladı, Katalan suç ortaklarıyla birlikte, Ajax tarzına incelik verdi ve Barça unsurlarını ekledi. Cruyff'un oynattığı tarz sadece A takım için değildi, o kulüp içersindeki bütün genç akademileri de değiştirdi. Onun sunduğu basit ama verimli olan, kulüp içersindeki bütün takımların bütün antrenmanlarını topla birlikte yapacağıydı.

Bugün hala, Barça'da A takım ve genç takımlar Cruyff'un 20 yıl önce getirdiği tarzla oynuyorlar. Bazı şeyler değişti ve düzeltildi ancak temel öğeler aynı. Herkes güzel oyundan umudunu kestiği zaman, FC Barcelona umudunu korudu ve buna inandı. 20 yıldan fazla, oyuncular kulübün akademilerinde sadece tek oyun tarzıyla "el toque" ile eğitildi. Bir mit var, güzel oynayarak kazanılamayacağını söyler, Barça taraftarlarının sık sık canlı tuttuğu bir mit. "Her zaman son dakikalarda trajik bir golle kaybetmemizle biter." Ancak gerçek hemen hemen hiçbir kulübün son 20 yılda Barça'dan daha çok kazanamadığıdır. Barcelona, 10 İspanya Lig Şampiyonluğu, 6 İspanya Kupası, 3 Şampiyonlar Ligi, 1 Avrupa Süper Kupası, 2 Avrupa Kupa Galipleri Kupası ve hatta Dünya Kulüpler Şampiyonluğu topladı.

Herkes bıraktığı zaman neden Barcelona'nın bu tarzla oynamayı kararlaştırmasıyla ilgili farklı teoriler var. Bir tanesi Real Madrid'in her daim daha çok şampiyonluğunun olması ve bundan dolayı Barça, en azından maçlarını seyretmek keyifli olsun gerçeğiyle teselli aramış olabilir. Bir başka teori, bu oyun tarzının ezilen ulusun Katalunya farklıdır deme yoluydu. Gerçek şu ki, takım ilk Avrupa Şampiyonluğunu 1992'de, pas yaparak ve maç boyunca baskı yaparak kazandı.

Kulübün içersindeki ve şehirdeki herkeste "bu bizim nasıl oynadığımız, bu oyun tarzımız" düşüncesi büyüdü.

Euro 2008 için İspanya Milli Takımı (yarım yüzyıldan daha fazladır major şampiyonluk kazanamayan) Barça tarzını ve bazı en iyi Barça oyuncularını ödünç aldı. Sonuç Avrupa altınıydı. Bundan sonra Xavi, Iniesta ve Puyol evlerine döndü ve Messi, Dani Alves ve diğerleriyle buluştular ve hareket ettiler. Sezon bittiğinde takım kazanabilme olasılığı bulunan her şeyi kazanmıştı, güzel tarzla oynayarak, ayıplanan tarzla, bundan sonra hiçbir şampiyonluk kazanamayacağın tarzla. Bir sonraki sezon takım bir kez daha ayıplanan tarzla dünyayı keyiflendirdi. Sonunda sadece lig şampiyonluğunu kazandılar ama insanlar Avrupa Şampiyonu Inter hakkında değil, Barça konuşuyorlardı. Sonra Dünya Kupası zamanıydı ve İspanya bir kez daha ödünç aldı Barça tarzını, bu defa üç fazla Barça oyuncusuyla (Pedro, Busquets ve Valdes). Takım evine, tarihinde ilk defa Dünya Şampiyonu olarak döndü.

Barcelona bütün şampiyonlukları bir sezonda kazandığı zaman, bazı insanlar hala tarzın ayıplandığını gördü. Bunun sadece bir seferlik bir olay olduğunu ve tekrar taktiksel tarzın futbola hükmedeceğini söylediler. Bir şekilde haklıydılar, Jose Mourinho'nun taktikleriyle Inter Şampiyonlar Ligi'ni kazandı bir yıl sonra. Ancak güzel oyun daha fazla ayıplanmıyordu ve FC Barcelona'nın başarısı, insanların bundan haberdar olmasını sağlıyor. Bu sezon onlar daha öncekilerden iyiler ve birçokları için oyunun gördüğü en iyi takımlar. Bu sezon içersinde bu takımın en çok kutlanan zaferlerinden biri 5 - 0 El Clasico'dur ve bir şey söyler. Goller sürüyor ve rekorlar İskandinavya'daki kar taneleri gibi düşüyor.

Bugün birçok büyük kulüp hala kendi oyun tarzına sahip değil. Pek çok kulüp, Barça'nın 20 yıl önce yaptığını yapıyor, her sezon başlarken hatta daha sık teknik direktör ve oyun tarzını değiştiriyor. Her nasılsa Barcelona'da, daha önce orada bulunmayan ve pek çok takımın sahip olmadığı bir güvenlik var: oyun kimliği. Rakibin kim olduğunun önemi yok. Barça her zaman aynı yolla oynuyor, her zaman aynı oyun tarzıyla. B planı yok ve "ceza sahasına otobüs park eden" savunma oyunu. Hayır. Burada, var olan tek şey hücum, Barça maçını eğlenceli hale getiren. FC Barcelona'yı özel kılan şeylerden biri bu, bir kulüp 20 yıldan fazla inandıklarını değiştirmeyi reddetti ve önümüzdeki 20 yıl içinde de bunu yapmayacak, güzel futbolun kabul edilebilir tek şey olduğu bir kulüp.

Bugün, biz Barça taraftarları kulübümüzün 20 yıldan fazla zaman önce bu tarzla oynamaya karar verdiğiyle ve o günden beri bundan vazgeçmediğiyle mutlu olabiliriz. Zor zamanlar oldu, kötü sonuçlar alındı. Ancak sonunda, biz şimdi sadece güzel futbol oynamıyoruz, biz ayrıca şampiyonluklar kazanıyoruz ve bizim takımımız, tarihin en güzel futbolunu oynuyor. Biz, FC Barcelona taraftarları olarak, bugün oluşan takım için bu süre zarfında kulübümüzde çalışmış herkese teşekkür etmeliyiz.
Belki farkında değiliz hala, yeniden hatırlatmakta yarar var. 10 - 15 yıl sonra, bu takımı Xavi yönetecek ve çocuklarımıza, torunlarımıza ya da herhangi bir maçı izlerken, balkonda rakımızı yudumlarken eş dostla, sevgilimizle, onlar gelecek zihnimize. Ne de güzel oynuyorlardı diyeceğiz, tarihin en iyisiydi ve ben bunu yaşadım, gördüm, Leo, Andres, Xavi, kaptan Puyol ve diğerleri. Şimdinin sportif direktörü Pep, o zamanlar teknik direktördü şeklinde anlatacağız hikayeyi, La Masia çıkacak birden ağzımızdan ve Cruyff, Johan, her şeyi yaratan.

An kaçırılmasın. Yaklaşık 3 ay kaldı sezonun bitmesine. Barça yorulmadan ilerliyor ve güzel oyunun geleceği için mücadelesini sürdürüyor. Çok ağır bir yük taşıyorlar. Onlar gönüllerde çoktan kazandılar, sahadan da başları dik ayrılacaklar, her gol sonrası Xavi ve Andres kucaklaşacak kollarını açarak, Leo duasını edecek, çocuk gibi gülümseyecek, kupalar Puyol'un kollarında yükselecek, kolunda senyera, saçları uzun, bunların tamamı gerçekleşecek ve devrim süreci mutlu sonlanacak.

Biz de oturup "Devrimden Sonra"yı izleyeceğiz.

"Güzel Oyun" aşkına yürüyedur Barça.

10 Mart 2011

A. Eren Loğoğlu

08 Mart 2011

G a l a t a s a r a y R u h u



GSCimbom Fanzin 42. sayı (sayfa 12) için kaleme aldığım yazı;

http://www.gscimbom.com/fanzin/42/

“Bilirsiniz ki her insanın ayrı bir huyu, ayrı bir karakteri olduğu gibi, her futbol takımının da kendine has bir karakteri vardır. Biz sizlere burada Galatasarayımız’ın huyunu suyunu açıkça ve iyice anlatabilirsek, onu adamakıllı tanıyıp, inşallah senelerce dost geçinirsiniz. Galatasaray bir his takımıdır. Renklerine aşık birbirlerine seven futbolcuların takımıdır. Galatasaray feragat (vazgeçiş) ve fedakârlıklarla çalışacak futbolcuların takımıdır. Galatasaray şımarıkları, kendini beğenmişleri, yalnız kendini düşünenleri sevmez. Kısacası Galatasaray, bir halatı hep birlikte çekenlerin, hep birlikte üzülüp, hep beraber sevinmesini bilenlerin takımıdır.”

Baba Gündüz'ün sözleriydi, Atatürk'ün yakın arkadaşı Kılıç Ali'nin oğlu, Galatasaray tarihinin kendisi. Hani Arena'ya açılan Aslanlı Yol üzerine kulüp başkanlarının heykelinin dikilme önerisi var ya, böyle bir anmayı en çok hak eden adam Gündüz Kılıç aslında.

Bugünlerde dibe vuran futbol takımının, yöneticilerinin ve taraftarlarının kendi aralarındaki kavgaları bir çırpıda yok etme tılsımına haiz sözcüklerin bütünlüğü var onun sözlerinde.

Futbolcuları televizyon ekranlarından barıştıran değil, soyunma odasında savaştırmayan bir anlayış.

Galatasaray duyguların takımı, sarı kırmızıya tapan, iş ahlakı olan ve meslektaşlarını seven oyuncuların, vazgeçmeyi bilen, fedakarca davranabilen, kendini değil takımı düşünenlerin. Birlikte hareket edenlerin, sevinip üzülebilenlerin yeri Galatasaray.

Çok değil 3 yıl öncesine gidelim, 2008 Mayıs'ına.

Sivas'ta 5 - 3 kazanılan maç sonrası, İstanbul'a dönen takımın uçak yolculuğundan bir fotoğraf karesi. Galibiyeti ve gelmekte olan şampiyonluğu doyasıya kutlayan bir oyuncu topluluğu. Hasan Şaş, Arda, Sabri, Mehmet Topal ilk anda görünenler. Taraftarı oldukları takıma tezahürat eder gibi duruyorlar. Sahada mücadele eden değil de tribünde takımını desteklemeye gelen bir gruba benziyorlar. Aynı anda, senkronize bir şekilde, ritmi kaçırmadan eşlik ediyorlar birbirlerine. Yumruklar sıkılı ve havada, kollar yana açılmış, arada tempo niyetine sözleri bölmeyen alkışlar duyuluyor.

Baba Gündüz'ün bahsettiği sevinci paylaşıyorlar. Belki kolaydır başarıyı bölüşmek, doğru! Ancak bir taraftar edasıyla, çocukluğunda tuttuğu takımın şampiyon olmasına sevinen büyümüşler gibi içtenlikle sevinmek, sırf başarı, iktidar hırsı, daha çok para ve unvan için değil, saf bir sebepten gözlerinin yaşlanması ve içlerinin parıldaması zordur.

Galatasaray ruhu şeklinde tanımlanan olgu da bu zorluklardan beslenerek kabuğunu kıran bir canlıya dönüşür. Kimi zamansa daha büyümeden çıkar ortamından ve zayıf kalır, varlığıyla yokluğu değiştirmez hiçbir algıyı. Kötüye kullanıldığı da olur, getirim kavgasının ortasında kaldığı da. Özünü korur, mektebin bahçesinden meydana akan kirli sulara aldırmaksızın. Babanın oğluna bıraktığı en dokunulmaz hediyedir, hafta sonları açmaya teşebbüs edersin paketin ağzını da kıyamayıp bakar kalırsın öylece. Taşınır bedenden bedene, yayılır damarlarca ruh. Soğuk, sıcak hava düşünmeden koşulur peşinden, gençlik hevesi değildir. Aldatmak kadar masumiyet yüklü bir kader hiç olmadı, körü körüne bağlı kalınan romantizm belki, idea mesafeli durulan ayrılık. Daha uyumlu ve daha mutlu kalınmadı hiçbir zaman, alkol fazla kaçırıldı, uykusuzluk karıştı karanlığın boyasına. İki dalgası bulunan radyoya kulağını dayayıp gol haberi diye çırpınan çocuğun heyecanındaydı ruh.

Kayıp günlerden geçiyoruz şimdi. Baba Gündüz'e ve tavsiyelerine ihtiyacımız var. Aynı fotoğrafı hüzünlü çektirmeliyiz bir de, kol kırılır yen içinde kalır diyerek, birlik olup karakter koyarak davasına. Vazgeçip feda ederek sürdürmeliyiz meselemizi, çalışmayı.

Onulmaz yaralar açılsa da ruhumuzda, çok hatalar yapılsa da bu uğurda, sırasıdır kavgayı sona erdirmenin. Galatasaray'ın yeniden dirilmesinin başlangıcı için geç değil. Yok olmaya yüz tutan yönetim & futbolcu & taraftar üçlemesinin ilişkilerini sağlıklı bir seviyeye taşımak, belki de yerinden oynatarak taşları, kahramanca çarpışıp cephelerden çekilmeyi reddederek varlık kaygısı duymanın. Galatasaray bir his takımı, herhangi bir beklentiye girmeyip 14 sene çile çekenlerin.

Taçsız Kral Metin Oktay'ın sözleriyle bitireyim;

"Bence, Galatasaraylılık din gibi, mezhep gibi yerleşmiş köklü bir inançtır. Galatasaray işte bunun için tercih edilir ve Galatasaraylılığımla her zaman gurur duyarım"

İnancımızı koruyalım, hep birlikte.

8 Mart 2011

A. Eren Loğoğlu

06 Mart 2011

"Şimdi Onlar Düşünsün, Fark 10" Bölüm 2



8 Dünya Kupası kazananı + Messi + Alves + sol bek = "Kusursuz Teorik Oyun" denklemi bozuldu ve yine işler istenildiği kadar iyi gitmedi.

Valdes geri dönüyordu kalesine. Alves sağ bek, Maxwell sol bek, Pique & Milito merkez savunma oyuncularıydı.

Ön süpürücü Mascherano, sağ iç Xavi, sol iç Keita şeklinde bir üçlü ve önde, sol açık Bojan, sağ açık Pedro ve uçta Messi isimlerinden oluşuyordu yayılım.

Klasik 4 - 3 - 3'üyle sahadaydı Katalanlar. Kısa bir 4 - 3 - 3 izahatı;

Her takımın, kadrosunda bulunan oyuncuları en yüksek verimde kullanacağı formasyon değişkenlik gösterir. Tek doğrudan asla bahsedilemez, keza daha önce de vurgulandığı gibi formasyonlar diyalektik biçimde gelişim gösterirler, özellikle tez & anti tez doğumuyla.

Genelleme yapıp kabaca bir matematik hesabına girersem, alanı belirli bir sahada (105x68 metrekare diyelim, x ve y koordinatları) ve sabit sayıda (11) oyuncuyla gerçekleştirilen bir eylem olarak ifade ederim futbolu.

Amaç, top denilen nesneyi, alanın boy kısmının sınır çizgisinde yer alan (x=0 ve x=105 m) ve en kısmının tam ortasına yerleştirilen (Kale 7,32 en olarak, y= [68 - 7,32] / 2) üç direğin arasından geçirmek, kurallar çerçevesinde.

Karşılıklı iki takım bulunduğundan, amacın karşıt halini de uygulamanız gerekiyor, üç direği savunmak.

Bu iki amaç, oyunda üç bölge kavramını ortaya çıkarıyor. Birinci bölge savunma, ikinci bölge orta saha ve üçüncü bölge hücum. Alan olarak üç bölgeye eşit sayıda dağılmak temel prensip aslında.

Futbol, eğer 13 kişiden oluşan takımların oyunu olsaydı, 4 - 4 - 4 formasyonu, bu prensibin en yalın uygulaması olurdu. Üç bölgeye de eşit oyuncu paylaştırdığından.

Tam da bu yüzden, FC Barcelona'nın tercih ettiği 4 - 3 - 3 ve 3 - 4 - 3 formasyonları, bloklara (bölgelere) eşit ve birbirine en yakın sayıda oyuncu yerleşimi sağlıyor ve her bir metrekareyi, boşluk bırakmadan kullanma olanağı sunuyor.

4 - 4 - 2 ya da 3 - 5 - 2 gibi iki temel formasyona bakıldığında, ilkinde üçüncü bölgede zaaf, diğerinde de ikinci bölgede aşırı yoğunlaşma var. Kalabalık orta saha deyimi burdan geliyor zaten. Sayıların aralarında uzaklık bulunması (4'ten 2'ye, 5'ten 2'ye doğru) sahanın tamamının kontrol edilmesini de zorlaştırıyor.

Futbolda bunlar kalmadı elbette, iç içe geçen yapılar, daralan mesafeler, fiziksel gücün teknolojiyle inanılmaz noktalara gelmesi, teknik kapasitenin artması gibi pek çok unsur, formasyonları da kompakt bir şekle sokuyor.

Teorik futbol makalelerinde de rastlarsınız, 4 - 3 - 3, alanı belli bir sahaya 11 oyuncunun en iyi yayılacağı matematiksel denklemdir. Kabaca bir hesapla bile bu anlaşılabilir veya x ve y üzerinden gidilip bir formülasyon da bulunabilir, akademik olarak yapılmıştır belki de.

FC Barcelona, son 20 yıl, denklemin dışında tutulan kaleciyi bile dahil etmeye çalışıyor oyuna, kendisine avantaj sağlamak adına ve bunu da başardılar. Bugün, dünyanın her yerinde 4 - 3 - 3 formasyonu FC Barcelona ile birlikte anılıyor, birini diğerinden ayırt etmek olmuyor.

5 oyuncu katılıyordu rotasyondan, Milito, Maxwell, Mascherano, Keita ve Bojan. Oyun akışkanlığı elbette etkilendi bundan, değişmeyen tek şey Cruyff'un öğretisi, topa sahip olma felsefesiydi. % 87'lere kadar yükseldi ilk yarı sonunda.

Pep, 30. dakikada doğru bir tespit yaparak Pedro'yu sola gönderdi. Xavi, Alves ve Messi sağ koridor üzerinden oynadığından, oyuna genişlik kazandırmak ve boşluk bulmak adına ters kanadın önemi vardı. Burada da devreye Iniesta, sol bek ve David Villa giriyordu. 2 oyuncunun da olmaması, akışkanlığını sağ bölgede sıkışmasına sebep oluyordu, Pedro sola geçince oyun bir nebze işlerlik kazandı ve topa sahip olma, gol pozisyonuna dönüşür duruma geldi.

Mascherano gecenin en iyilerinden biriydi, müdahaleleri yerindeydi ancak onun futbol aklı savunmaya dayanıyor, topu uzaklaştırırken bile aslında pas vermeyi düşünmesi gerekir, bunu yapamıyor daha, sadece dokunmayla yetiniyor bazı ikili mücadelelerde.

Zaragoza, müthiş bir inanç ve azimle, 5 - 3, bazen 5 - 4 gibi bir dizilim gerçekleştirdi ceza sahası ve 10 metre önünde. 15 numaralı oyuncu, biraz da faulle karışık müdahaleleriyle canından bezdirdi karşısına çıkanları. Hiç taviz vermediler, 90 + oynanırken bile yarı sahayı geçip baskıya tenezzül etmediler, o derece disiplinliydi taktikleri. Maçın 46. dakikasında 1 - 0 gerideyken kaleci Toni, kale atışı için verilen topu acele etmeme adına, iade etti geldiği yere, enteresandı. Bir başka ayrıntı da, 10 net kurtarış yaparak farkın açılmasını önleyen 1 numaranın, Leo Franco'nun sakatlanmasıyla forma şansı bulmasıydı, çarpıcı ve bir o kadar şaşırtıcı, kader deyip geçiyorum.

Barça'yı en iyi durdurma yolunu seçti ve başarılı oldu Zaragoza kendi adına, puan alamadılar ama 5 gol de yemediler ve ellerine geçen iki fırsattan birini sonuçlandırsalar bambaşka şeyleri de konuşuyor olabilirdi İspanya. Aslında bu futbolun ayıplanması gerekiyor, Zaragoza takımının hücum etme gücü yetersiz, niye bu riske girsin denilebilir ancak Barça her üç maçın ikisinde bu anlayışla baş etmek zorunda kalıyor ve gerçekten yorucu bir iş başarıyorlar her seferinde. Takımlarının değil, futbolun kazanması adına da mücadele ediyorlar. Xavi 146 ve Messi 111 pas yaptılar maç boyunca ve bu ikisinin toplamı Zaragoza'dan fazlaydı.

Son 6 maç 9 gol, son 2 maç 2 gol atabildiler sadece ve çok gol kaçırdılar, bu gece istisnaydı, iyiydiler her yönüyle ve kusursuz teorik oyun denklemi olmadan kazandılar, önemliydi. Barça, tam 20 maç sonra bir lig maçının ikinci yarısı gol atamadı. Ligde 25 maç üst üste kaybetmediler, kulüp rekoru 26 maç, haftaya çok zorlu Sevilla deplasmanı var.

Maçtan hemen önce, 22 yaşındaki Betis oyuncusu Miki Roque'nin, konulan kanser teşhisi sebebiyle futbolu bıraktığı haberi düştü net ortamına. Katalan oyuncuya tedavi süreci için destek verenler arasında Puyol ve Pique de bulunuyordu. İlk oynadığı maç, Olimpiyat Stadında Liverpool ile Galatasaray'a karşıydı, 3 - 2 kazandığımız maç, 84. dakikada Xabi Alonso'nun yerine oyuna girmişti.

Bir başka not, Guardiola'nın maça hastaneden gelip, maç sonu tekrar hastaneye dönmesiydi. Sanırım aynı uygulama Arsenal maçında da olacak. Genelde kulübede oturmayı tercih etti ve koltuğundan kalktığında büyük tezahürat aldı. 1991'de Cruyff kalp sorunlarından dolayı yaklaşık 1.5 ay takımdan ayrı kalmıştı. 2005'te Rijkaard da bir maç kaçırmıştı, zatürreden ötürü.

Gecenin en güzel yanı, protokol tribününün tamamının kadınlara ayrılmasıydı. Başkan Rosell, taraftarlar arasında izledi maçı. Bunun sebebi yaklaşan 8 Mart Dünya Kadınlar Günü münasebetiyle kadınların kulüp tarihindeki rolüne yapılan atıf idi.

Salı gecesi özel, büyük bir futbol ziyafeti bizleri bekliyor, Barça güzel oyun yürüyüşünü sürdürecektir son 8'e kalarak.

6 Mart 2011

A. Eren Loğoğlu

05 Mart 2011

Otobüse Park Cezası Kesemeyince



Sadece ilk yarıyı değerlendireceğim, keza devreden sonra takım tamamen serbest davranmaya başladı, kimin nerede oynadığı belli değildi ve panik içersindeydi her bir oyuncu.

Net bir 4 - 2 - 3 - 1 oynandı ve Avrupa Futbolu takip eden birinin normlarına göre iyiydi aslında sergilenen şey. Rakip yarı sahada çok pas yapabiliyor, kalesinde kontratak görmüyor ve ceza sahasında çoğalıyordu Galatasaray. Bunda Karabük'ün ceza sahasına otobüs park eden zihniyetinin de katkısı vardı. Böyle oynayan takımlar futboldan soğutuyor insanı, hele de hücum eden tuttuğunuz takımsa. FC Barcelona'nın nerdeyse her üç maçından ikisini bu anlayışa karşı oynayıp kazandığını ve goller bulduğunu hatırlayıp, ne derece zor bir işi başardıklarını bir kez daha algılıyor ve takdir ediyorum. Inter gibi takımları da yeniden lanetliyorum, sadece başımıza gelince değil, nerde karşılaşırsak karşılaşalım, futbolun gerçeği safsatasından sıyrılıp bu savunma düşüncesine öfkeyle isyan etmek gerektiğini de artık öğrenmeliyiz bu oyunu seviyorsak.

Galatasaray, tüm bu olumlu havaya karşın gol pozisyonu üretmekte zorlandı, bunun sebebi de ceza sahasına paralel bölgelerden orta açma hastalığının nüksetmesiydi.

Hagi, önceki tercihlerinde temel iki hata yapmış, bariz belli oluyor şimdi.

İlki Lucas & Cana yer değişimi, diğeri de Baros'un erken onbire dönmesi. Karabük maçının en verimsiz oyuncusu açık ara Baros idi. Sürekli topu ezdi, kaybetti ve üçüncü bölgede tehlike oluşmasını engelledi, çıkması gereken tek isimdi belki de.

Lucas sağ bek, Hakan Balta sol bek, Servet & Gökhan merkez savunma, önlerinde Cana & Culio ve bu ikilinin önünde Kazım & Stancu & Yekta üçlüsü, en uçta da Baros şeklindeydi yayılım.

Yekta'nın solda ve Stancu'nun merkezde oynaması oyun akışkanlığına önemli bir yarar sağladı ancak dönüp dolaşıp top Baros'a geldiğinde sonuçsuz kaldı çabalar.

Culio'nun savunmanın önünde oynayıp, sıklıkla ileri çıkması ve geriye de dönmesi, Galatasaray'ın uzun zamandır arayıp da bulamadığı en önemli oyuncu davranışıydı. Topa daha çok sahip olma ve bunu rakip yarı sahada yapma konusunda olanaklar doğdu böylece.

Ayrıca Cana'nın savunmanın önüne atılmış olması bir başka kazanımdı. Orkestra şefi gibi elleriyle sürekli arkadaşlarına pas vermesi, durması, koşması gereken yerleri gösteren lider karakterli oyuncu, dönen topları anında baskıyla kazanıp yeniden hücum etme şansını da takımına vererek, iyi oynamanın ana kurallarından birini yerine getirmiş oluyordu. Benzer işleri Lucas da oyun zekasıyla gerçekleştirdi sağ bölgede.

Nükseden hastalık, orta açma mevzusu, Dany, Deumi, El Saka, Samuel Johnson gibi savunmayı arkada toparlayan, süpürücü oyuncuların yaşamlarının en özel performanslarını sunmalarına ortam hazırlıyor. Yine o gecelerden biriydi, her isabetsiz ortada top, mıknatısla çekiliyor gibi Deumi'ye gitti ve o da karşıladı kolaylıkla. Olması gereken, kanatta topu alan oyuncunun tekrar yanına yaklaşan isimle verkaca girmesiydi. Artık futbol literatüründe muz orta açmak için yaylanan oyuncu kavramı yok.

Sezon bitmişken Hagi'nin altyapıdan gelecek birkaç ismi takıma monte etme çabası içine girmesini bekledim ama o hala, bazı oyuncular hakkında kesin karar vermemiş ve denemek istiyor. Daha önce 4 - 2 - 3 - 1 oynayıp Stancu uçta kullanılsaydı üç - beş puan daha fazla alır ve kupada da yola devam edebilirdi takım. Hagi'nin arayış içersinde olması doğal ve teknik adamlık kariyeri de bitmek üzre açıkçası, ikilem yaşadığı da belli.

Daha 2. dakikada penaltıyı veremeyen hakem hakkında da ne dense boş! Sezon kötü gidince üzerine gidilmiyor ancak nerdeyse 10 - 15 puan, düdük hatalarıyla kaybedildi.

Son olarak teselli ve korku, Arena performansı;

Ajax 0 - 0
Sivas 1 - 0
Eskişehir 4 - 2
Buca 1 - 0
Gaziantep 0 - 0
Karabük 0 - 0

6 maç 6 gol atıp 2 gol yenmiş, mağlubiyet yok daha ve 7. maç rakip Fenerbahçe.

5 Mart 2011

A. Eren Loğoğlu

04 Mart 2011

Mestalla'da Zafer Yürüyüşü



3 - 3 - 3 - 1 formasyonuyla sahadaydı Barça. Pep, bu tercihi zor deplasmanlarda daha önce kullanmıştı. Maça gelmesi beklenmiyordu aslında, sırt rahatsızlığı vardı, maç boyunca da kulübeden çıkmadı ve ağrısı olduğu yüz ifadesinden anlaşılıyordu.

Kalede Pinto, üçlü savunma Pique & Sergio & Abidal, üçlü orta saha Xavi & Mascherano & Iniesta, üçlü arka hücum hattı Alves & Messi & Adriano ve en uçta, ön hucum hattında David Villa şeklindeydi onbir ve üçlü dağılımları.

----------------Pinto-----------------
----Pique-------Sergio------Abidal----
--------------Mascherano--------------
---------Xavi----------Iniesta--------
-Alves----------Messi--------Adriano--
----------------Villa-----------------

Bu formasyonun ciddi artıları ve eksileri bulunuyor.

Öncelikle topa sahip olmadan bir nebze feragat etmek zorundasınız çünkü oyuncuların yerleri değiştiğinden, oyun ritmi, pas akışkanlığı sekteye uğruyor ve üçgenler kurulamayıp çok sık pas hataları yapılıyor. Özellikle takım üçüncü bölgede çok fazla pas yapamıyor, bunun temel sebebi de Xavi & Iniesta'yı geriye atıp, uçtaki Villa'nın arkasında Alves & Messi & Adriano üçlüsünü kullanmak.

Dağılım Xavi ve Iniesta'yı da kısıtlıyor, geride kalıyorlar ve pas trafiği tehlikesiz bölgede yapılabiliyor.

Devrede Barça'nın topla oynaması % 60'ın altındaydı ve takım felsefesini yansıtamıyordu sahaya daha önceki başarılı denemelerde olduğu gibi.

Tüm bu zaaflara ve kötü oyun imajına karşın Pep bu stratejik hamleyi neden yapıyor öyleyse? Çok basit. Kolay gol pozisyonuna girme şansı verdiğinden ve klasik Barça'ya hazırlanan rakipler üzerinde şaşkınlık yarattığından. Ayrıca üçüncü merkez savunmacı kontratak üzerinden gol yeme riskini de azaltıyor.

Bir kere rakibi de oynamaya zorluyorsunuz ve hata yapıyorlar. Bunları değerlendirebilirseniz baskı sonucu, gole gitmek olası. Ayrıca kanatlarda iki hızlı oyuncu kullanıyorsunuz, Alves ve Adriano gibi, müthiş alanlar buluyorlar, bu da tehlikeli pozisyon sayısını artırıcı bir faktör.

Atletico Madrid, Bilbao, Zaragoza, Rubin Kazan, Guardiola'nın önceki sezonlarda puan kaybedip bu sezon benzer stratejilerle -üçlü savunma- istediğini aldığı maçlardan sadece birkaçı.

Daha önce bu stratejiyi çok daha detaylı bir biçimde anlatmıştım, ordan da formasyona dair çıkarımlar yapılabilir, mutlaka okunmalıdır;

http://erenlogoglu.blogspot.com/2010/12/barca-rubin-uclu-savunma-pas-says.html



Messi'de daha önce düşüş olduğunu söylemiştim. Aslında performans düşmesinden ziyade, zihnini kurcalayan bir sorun bulunduğunu düşünmeye başladım, temiz gol vuruşunu yapamamasının ve net gol pozisyonlarını harcamasının, hatta arkadaşına pas verme serzenişinin altında özel hayatıyla ilgili bir mesele olabilir. Takım arkadaşları gol kaçırınca sinirlendiğini ve bunun üst üste gelmesinin Messi'yi olumsuz etkilediğinden bahsediyorlar.

Formasyon seçiminde Pedro'nun birkaç haftadır gösterdiği vasat performansın da katkısı olabilir, keza maça da kenarda başladı, sonradan oyuna alındı. Oyuna girişiyle formasyon klasik 4 - 3 - 3'e döndü ve takım daha akışkan oynadı, topla oynama da % 53'lerden tekrar % 61'e yükseldi maç sonunda, sezonun en düşük oranıydı.

Barça, kötü oynasa da, üçlü savunma yaptığı maçlarda rakiplerine daha az pozisyon veriyordu, yine öyle oldu. Valencia en net tehlikeyi 60. dakika civarı yakaladı sol çaprazdan. Birkaç bilgi vereyim onlara ve maçın zorluğuna dair;

- Valencia, en son 4 Aralık 2010'da -Bernabeu, Madrid- bir lig maçını kaybetmişti. Üste üste 11 maç yenilmemişlerdi, seri sona erdi.

- Bundan önceki son 10 lig maçının 8'inde Valencia, son 15 dakikalarda en az 1 gol bulmuştu, bu kez ağları sarsamadı.

- David Villa, sabah İspanya'nın kuzeyinde bir dava için mahkemede şahitlik yaptıktan sonra özel jetle, yaklaşık 50 bin Euro ödenerek getirildi maça.

- Guardiola, doktor kontrolünden sonra Valencia'ya gitmeye karar verdi. Son an bile belli değildi durumu. Maç dönüşü hemen hastaneye götürülmüş ve fıtık teşhisi konmuş, çok zor sağlık koşullarında Valencia'ya gitmeyi tercih etmesi maçın ne denli önemli olduğunu anlatıyor aslında.

- Messi, Barça tarihindeki 170 golünün 132'sini sol ayağıyla, 29'u sağ ayağıyla, 7'sini kafayla, 1 golü göğsüyle ve 1 golü de eliyle attı.

- Barça, ligde üst üste 20 deplasman maçında kaybetmeyerek tarihe geçti. En son tam bir sene önce 20 Şubat 2010'da Atletico Madrid'e kaybetmişlerdi.

İdeal onbir parçaları olmayan Adriano ve Mascherano yine sırıttılar. Adriano hızıyla bir şey yapmaya çabaladı ve gol pasını da verdi ancak takımın tarzına adaptasyon konusunda müthiş sıkıntılar çekiyor. Yerleşim ve pas hataları çok fazla, tercihleri de arkadaşlarını zora sokuyor. Keza Mascherano da mücadele gücü, top kazanımı gibi etkileri olsa da benzer sorunlarla boğuşuyor ve takımın ritmi bozuluyor ideal olmayan oyuncularla. Genel kanı Adriano'nun iyi bir performans gösterdiği yönünde olsa da ben bu görüşe katılmıyorum, çok savruk ve dengesiz bir oyuncu.

Bu stratejik üçlü savunma hamlesi gene istediğini aldı, Bilbao ve Atletico Madrid maçlarından sonra. Ben yine de Barça'yı bu oyunla hayal edemiyorum, Pep'in üçlü savunma anlayışından vazgeçip, kendisini başarılı kılan ve güzel oyun sunan 4 - 3 - 3 formasyonuna dönmesi gerekiyor.

Barça, kritik 3 puanlar uğruna felsefesinden asla ödün vermemeli, gönlümüzdeki yerini zedelememelidir.

Geriye 3 zor deplasman kaldı, Sevilla, Villarreal ve Madrid. Bir de orta seviye Sociedad maçı. İçerde de zor geçebilecek Espanyol. Real'in El Clasico dışında 5 zor deplasmanı var daha, Barça şampiyonluk yolunu yarıladı denilebilir. Maç sonu Guardiola ve Vilanova'nın özel sevinci de bunu gösteriyordu açıkça.

Puyol'un Arsenal maçında sahalara dönmesi bekleniyor, antremanlara başladı. Valdes belli değil. Guardiola da keza. Jeffren hafta sonu oynayabilir duruma geldi. Önce Zaragoza maçı elbette, konsantrasyon kaybına asla yer yok.

Walcott ve Van Persie olmayacak, Cesc şüpheli şeklinde haberler geliyor Arsenal'den ve bunun bir maç öncesi taktiği olduğu da söylentiler arasında.

Ya tamam ya devam maçı Salı günü Camp Nou'da. Ligde büyük avantaj yakalayan, Kral Kupası'nda finale yükselen Barça'nın üçüncü kulvarda da sonuna kadar gidip tarihin en güzel futbolunu, başarılarla süsleyip, salt güzel oynayarak da şampiyonluklar kazanılabildiğini bir kez daha yeryüzüne, insanlığa kanıtlaması gerekiyor, futbolun geleceğinin aydınlık olması için.

4 Mart 2011

A. Eren Loğoğlu

Çıkmaz Sokağın Duvar Yazıları



Neler değişmeli Galatasaray'da, önceden de sunduğum sorunları başlıklar halinde incelersek;

1 - Sportif Direktör

Tolunay Kafkas iyi scout, kötü teknik direktör, Ersun Yanal gibi. Araştırma, oyuncu bulma, geliştirme, takım oluşturma konularında başarılı bir profil çiziyorlar ancak saha içersinde oyuna müdahale eden, model oluşturan teknik taktik hamleleri yok, stratejik kararlar alamıyorlar. Hagi de bu yönden benziyor onlara. Sportif Direktör tercihi bu üç isim üzerinden değerlendirilebilir.

2 - Teknik Direktör

Ottmar Hitzfeld türü biri. Mourinho'nun söylediği gibi belirli bir modele bağlı olmayan, gittiği ülkeye ve ortama uyum sağlayıp ona göre stratejiler üretebilen bir isim gerekiyor. Yerli ve yeterli birisi kanımca yok, Abdullah Avcı da dahil. Alman disiplini olan ve yeni jenerasyon bir teknik adam da olabilir. Son dönemlerde burda başarılı olan yabancı teknik adamların neden va nasıl başarılı oldukları iyi incelenmeli, Lucescu, Daum ve Zico yani. Lucescu'yu anlatmaya gerek yok, Daum tanıma uyuyor ancak eskimiş bir yüz olmaması da önemli, Zico'nun da Brezilyalı oluşu, Fenerbahçe'ye uygunluğuydu. Bu isimleri önermiyorum, sadece bu süreçler doğru analiz edilirse, hata yapma olasılığını azaltır ve bize uygun teknik adamı bulabiliriz.

Hagi'nin bu saatten sonra kalabileceğini zannetmiyorum.

Yabancı Teknik Adam & Yerli Sportif Direktör kombinasyonun Fenerbahçe'de -Daum & Aykut Kocaman- başarılı olamadığını ve efendiliğiyle kamuoyunda takdir edilen Aykut'un Daum'un kuyusunu kazdığını da biliyoruz. Bizim ülkemizde işler biraz böyle yürüyor, çok zor bir uzlaşma alanı aslında ve çatışmalar, beklentiler, yerine geçme arzuları engellenemiyor isimlerin. Kötü bir deneme karşımızda dursa da yine de başka alternatif göremiyorum.

3 - Yönetim

Adnan Polat'ın yerine gelecek birilerini göremediğimden, en azından futbolu profesyonellere devredip yönetimsel işlerle uğraşması durumunda çok zararlı olmayacağına inanmak istiyorum.

4 - Tercüman

Teknik direktör yabancı olursa, oyunculara teknik taktik bilgileri aktarabilecek futbol aklı olan bir tercüman da şart, yeniden bu sorunu yaşamamak için.

5 - Kaleci

Yabancı olmak zorunda. İspanya Ligi'ni incelesinler, yığınla iyi kaleci var, Hercules'ten Calatayud bile olur. Ya da kaleci transferi için 4 - 5 milyon Euro gibi bir para ayırıp, Almeria'dan Diego Alves, Ajax'tan Stekelenburg gibi savunmaya güven aşılayan birisini getirmenin hesabı yapılmalıdır.

6 - Kaleci Antrenörü

Yabancı kaleciyle bitmiyor aslında mesele. Kenarda bekleyen ve altyapıdan yükselecek 3. kalecinin de yetiştirilmesi önemli bir konu. Taffarel ya da Mondragon.

7 - FDD

Bu anlayışa kalıcı bir çözüm bulunamazsa mehter marşı devam edecek ve hangi yöne gittiğimizi de bilemeyeceğiz. Yerli oyuncuların tamamını göndermek bir adım olabilir, Arda'nın harcanmasına hala gönlüm elvermese de. Yekta'yı da kategori dışında tutuyorum.

8 - Transfer Stratejisi

Teknik direktör & sportif direktör sorunu çok hızlı bir şekilde sonuca ulaşırsa, transfer konusunda da ortak bir akıl oluşturulabilir. Eldeki yerlileri takas yoluyla gönderip yerlerine ligin etkili birkaç isim alınabilir, Servet & Selçuk değişimi gibi. Bunun yanında daha önemlisi yurtdışındaki yerli oyuncu havuzundan pek çok ismi ikna edip transfer etme zorunluluğu var, yabancı kontenjanından ötürü. En az 17 ay Avrupa Kupası oynayamayacak bir takım, sadece teknik adamının ve sportif direktörünün şöhretiyle oyuncu getirebilir, bunu da not etmek gerekir. Oyuncu maaşları da belli ve dengeli bir seviyeye çekilip gelecek isimlerin bu yapıyı bozmamaları da elzem. 6 + 2 + 2 kuralı doğru yorumlanmalı, 8 yabancı farklı bölgelerde oynayan isimlerden seçilmeli ve yakın seviyede isimler olmalı, geriye kalan 2 isim az forma şansı bulma olasılığından dolayı genç birileri düşünülmelidir.

Ayrıca teknik direktör ve sportif direktörün belirlediği isimlere de güvenilmelidir. Rijkaard ilk geldiğinde istediği bazı oyuncular alındı, Keita, Elano gibi. Sezon ilerledikçe, Rijkaard 2008 Avrupa Şampiyonası'nda izlediği bazı yerli isimlerin beklentilerini karşılayamayacağını gördü ve takviye istedi devre arasında. Bu noktada ya bazı teşhisleri yanlış koydu ya da birkaç isteği göz ardı edildi. Gio, Jo ve Lucas getirildi, oysa Baros yoktu ve orta sahanın mutlaka bir isme ihtiyacı vardı. Düşüş de bu noktada başladı ve bir daha durdurulamadı. Bu yaz Rijkaard'ın hiçbir düşüncesi uygulamaya konulmadı, Cana'yı oynatmadı zira. 4 - 3 - 3'ünden asla ödün vermeyen bir teknik adama, bu sistemi asla beceremeyecek klasik 10 numara Misimovic'i, üstelik de transferin son günü takıma katarak, hakaretin en büyüğünü yapmışlardı.

Yönetim, scout ekibi vasıtasıyla takip ettirdiği kimi genç, yerli isimleri takıma teknik adamına danışmadan kazandırabilir ancak kadronun iskeletini oluşturacak yabancıları, özellikle 25 yaş üstü olanları, asla kendi kararıyla transfer etmemelidir. Bu olaya bakışın da değişmesi gerekiyor.

9 - TT Arena & Taraftar

Eksiklerin büyük bir kısmı bu yaz bitirilmeli ve önümüzdeki sezonun hazırlığı şimdiden başlamalıdır stad için. Taraftarın yapması gereken sabretmek ve lige konsantrasyon göstermek olacak, tepki vermek yerine.

10 - Daha Lise, Kongre, ekonomik meseleler gibi pek çok konu var ama onlara değinip moralimi iyice bozmak da istemiyorum.

Yazdıklarımın çoğu gerçekleşmeyecek, belki hayal ama umut etmekten vazgeçemiyorum kahretsin ki!

4 Mart 2011

A. Eren Loğoğlu