19 Kasım 2010

Zihinden Geçen Ne Varsa 2!



Yazmayalı 2 hafta oldu nerdeyse, bayram, öncesi, sonrası derken pek çok şey birikiverdi, saçalım ortalığa gulleleri, kronolojik sırayla;

Misi

A2 takımına atılmasının tek bir sebebi olabilir, bonservis ödemeden eski takımına dönmesinin yolunu açma.

Karar Hagi'nin değildir muhtemelen, kiralık istemiyorum diyordu, o çerçevede alınmıştır yönetim tarafından, zararın neresinden dönülse kardır mantığıyla. Hagi'yle olan uyumsuzluğu da alt metin olarak sunulmuştur.

Adamın ömrü Lincoln kadar bile olmayacak.

Sırada Elano var herhalde tahmin edildiği üzre, ülkeme dönebilirim demiş zaten.

Gidiş şekli yine şık durmayacak, anlaşıldı. Yoksa gelecek planlamalarında benim de yer verdiğim oyuncular değil Misi ve Elano. Aranan oyuncu değildi, son gün getirilebildi.

Bu olay, yeniden yapılanmaya başlangıcın işaretiyse güzel, faturayı her seferinde yabancılara kesmenin bir başka şekliyse yıpratıcı olur. Misi'den önce operasyon yapılacak çok isim var, Misi de bunlardan biriyse eyvallah deyip Hagi'ye güvenmeye devam edilmeli ancak böyle olduğuna dair inancım nedense bir türlü oluşamıyor.

Yeni Türkiye, Hazırlık Maçları

Kılıçdaroğlu'nun yeni Cumhuriyet Halk Partisi söylemine benzedi, bugünlerde dolaşan BDP'yle seçim uzlaşmasının da gündemi meşgul ettiği düşünüldüğünde.

Guus Hiddink'in tercihlerinden bahsediyorum yeni sıfatını ülkenin önüne yapıştırarak.

Dünya Kupası'ndan sonra Hollanda'nın aynı yoğunlukla oynayabileceğini zannetmiyordum, Robben, Van Bommel gibi birkaç temel parçanın olmamasını da ilk sebebe ekleyince etkisiz oyunlarını açıklayabiliyorum Türkiye karşısında.

Premier Ligi sallayan Van Der Vaart'ın sırf mevkisinden dolayı -farklılık- bu denli verimsiz olması da güzel bir ders kanımca.

Milli Takımı iyi buldum. Ancak eskiyle olan farkı jenerasyon değil de formda oyunculardan kurulu olmaya bağlıyorum.

Milli Takım oluştururken iki yol var, ilki sürekli yan yana oynatılan -kendi takımında forma bulması şart değil, böylelikle rahat yakalanan bir uyum- isimler diğeri de formda oyunculardan kurulu bir takım.

Trabzonspor'dan çok oyuncu olması örneğin, Umut, Burak, Selçuk, belki ilerde Serkan, Onur, Ceyhun da katılabilir. Nuri Şahin yine. Kayseri maçlarını izlemediğimden Serdar'ın performansını bilmiyorum ancak ben de beğendim bu oyuncuyu, hiç sırıtmadı ilk maçında.

Yurt dışından gelecek genç oyuncularla mutlaka bir jenerasyon yakalama isteği olacaktır, belki de ligimizin formda oyuncularıyla harmanlayacağı bir yapı düşünüyor Hiddink, sürekli Emre B, Aurelio, Semih, Nihat, Arda, Tuncay, H Balta gibilerin oynamasındansa.

İlk izlenim olumlu, Löw, Del Bosque, Rijkaard, Schuster başaramadı devrim denilen bu coğrafyanın uzak olduğu kavramı, umarım Hiddink ile bu döngü kırılır.

İngiltere karşısında Nasri'yse büyülüyor, takımın maestrosu konumundaydı, Fransa rayına oturmuş, Gourcuff & Nasri, Malouda ve Benzema iyi bir organizasyon içersindeler, diğer oyuncular onların açıklarını kapatıyorlar başarıyla.

Gijon - Real

Yine zor kurtardı paçayı Mourinho, sadece 8 dakika kalmıştı Barça'nın lider olması için. Gijon'un Teknik Adamı Preciado'yu Barça maçında as oyuncularını oynatmamakla ve yenilgiyi kabullenmekle suçlayan Jose'ye karşı baltaları çıkarmıştı Gijonlular haklı olarak. Sonuna kadar dayanmışlardı, Mourinho'ya en güzel cevabı sahada vereceklerdi, olmadı, adalet yerini bulmadı ya da Camp Nou'ya taşındı, Katalanlar kesecek hesabı, olayın diğer şahsı olarak.

Maç sonunda da bu arsız adam, 2. lige düşeceksiniz şeklinde bir işaret yapmış takım otobüsünden, elbet bugüne kadar ona hiç cevap vermeyen ve bunu bir strateji olarak uygulayan Guardiola, bu kadar çok sessiz kalmasının karşılığını alacak Katalunya'da, lider olunacak başkentin önünde.

Afellay @ Barça

Hollanda maçı biraz hayal kırıklığına uğrattı beni, oyuncu konusunda. 4 - 2 - 3 - 1'in üçlü bloğunun solunda oynadı beklendiği gibi, sürekli oynadığı bölge buysa Xavi'nin yedeği olamayacaktır, bazı zamanlar Iniesta'yı dinlendirir. Birkaç tercihini pas yerine gereksiz ortalar olarak kullanması, kalabalığın arasına dalmaları, zorlama şutları olumsuz yönleriydi, Barça'da mutlaka törpülenecektir bu tür bireysel seçim hususlarında. Muhteşem bir ara pası vardı, pozisyon olmadı. Seri bir oyuncu, çok belli, Pedro'dan da zaman çalacak.

Afellay PSV'den gelen 7. oyuncu Barça'ya, Koeman, Romario, Ronaldo, Van Bommel, Cocu ve Zenden'den sonra. Aynı takımlardan, altyapılardan oyuncu transfer etmek bile bir organizasyon belirtisi. Sportif Direktör Zubi de Afellay için Barça DNA taşıyor demiş, aradıkları ilk özellik bu, bir de Iniesta'yla stili aynı diye eklemiş, bu da önemli.

Barça'nın transfer konusunda genel olarak 3 temel yolu var, Arsenal, Hollanda Ligi ve La Liga'nın iyi top oynayan -Villarreal, Sevilla, Valencia, Atletico Madrid, Athletic Bilbao, daha önceleri Deportivo- takımları şeklinde.

Barça DNA'sına uyum sorununu en aza indirgemenin yöntemi olarak görüyorlar bu üç alternatifi ve sıklıkla bu havuzdan tercih ediyorlar transferleri.

Wenger'in Arsenal'i, Barça'nın bir alt modeli, oyna bakış nerdeyse aynı, formasyon konusunda farklılıklar oluyor bazı zamanlar.
Net bir 4 - 2 - 3 - 1 oynuyorlar, Song & Denilson ikili blok önünde Walcott & Cesc & Nasri üçlüsü, en uçta da Chamakh yer alıyor. Maçına göre veya maç içersinde 4 - 1 - 4 - 1'e döndükleri oluyor, Song'u da ileri atarak. Bazen de -aslında sıklıkla- Cesc ya da Nasri, Song'a sokularak oynuyor ve Nasri'nin bölgesinde Arshavin yer alıyor, bu yerleşimde Denilson yok. Chamakh'ın yerinin asıl sahibi de Robin Van Persie, sakatlığı yeni yeni düzeliyor.

Bir nevi Wenger, Cesc & Nasri'den Xavi & Iniesta yaratmaya çalışıyor ve bence başarılı da bu anlamda. Her iki oyuncu da Wenger'in elinde inanılmaz gelişti.

Barça'ya en çok yakıştırdığım ilk iki oyuncu da haliyle Cesc ve Nasri. Sonrasında yine Arsenal'den Henry vuruşları ve hızıyla Walcott, Arshavin, sol bek Clichy geliyor.

Barça daha önce Hleb, Slyvinho, Henry, Gio Van Bronchost, Overmars, Petit gibi isimleri transfer etmişti Arsenal'den.

Uyum konusuna tekrar dönersem, Ibra vs David Villa özelinde de bu konuyu incelemek gerektiğini düşünüyorum. Villa şu an yüzde yüze yakın bir uyum yakaladı, her maç golünü atıyor, koşuları, aslolan verkaçlarıyla müthiş bir ikili oldu Messi'yle. Uyum bir süreç işi, bunun kısalığı oyuncunun Barça DNA'sı taşıyıp taşımadığıyla ilgili, Ibra çok farklı bir oyuncuydu Barça için.

Everton'dan Arteta, Tottenham'dan Bale, City'den Tevez ve en çok da Chelsea'den Lampard, Barça'ya uygun oyuncular kanımca. Atletico'dan Kun Agüero, elbette Liverpool'dan Torres, United'dan Rooney diğer aklıma gelenler.

Barça, Eto'o gibi bir tarzı olan Villa'yla bir sorununu çözdü, Henry bulmaları gerek, daha verimli, çok gol bulan bir takım yaratmaları için. Pedro gerekli ancak yeterli değil. Henry için alternatifler de o isimler arasından çıkar gibime geliyor. Barçanın planı -bence tartışılır doğruluğu, gol koklayan bir kenar oyuncusuz sistem sekteye uğruyor- Iniesta'yı kanada atıp Cesc'i merkeze oturtmak, böylelikle 4 - 3 - 3 bozulmadan üçünü aynı anda sahada tutabilecekler Xavi futbolu bırakana kadar. Xavi ayrıldığında da Cesc & Iniesta devam ettirecek ritüeli, arkada Sergio, daha geride Pique, Messi de olacak o kadroda, kenarlara Pedro dışında birkaç -altyapıdan Gerrard bekleniyor- bulacaklar, Puyol'un yokluğunu dolduracak birisi, Valdes ve Villa'nın da. Daha bir 5 yıl Barça'nın önü çok açık.

***

Bir de Xavi'nin gizlenen sakatlığı var, tam iyileşmeden oynamak zorunda kaldı, maç skor anlamında kopunca anında oyundan alınıyor, bu da bir sorun olduğunun göstergesi. Kadroda onu yedekleyecek bir isim yok, Mascherano girse 4 - 3 - 3 bozuluyor, Thiago oynasa, tecrübesiz daha. Bu sebeple Afellay'ın sezon sonu beklenmeden gelmiş olması biraz da Xavi'nin durumuna bağlı olmalı. Iniesta'yı iyice merkeze yerleştirip solda Afellay denemesine gideceklerdir ikinci devre, daha çok kadro genişliği açısından transfer edildiği izlenimi uyandırması normal.

***

NTVSpor'da Gol isimli bir program var, Avrupa Futbolu konuşulan. Zaman zaman izlerim, bu hafta, çizgi savunma, savunmanın orta çizgiye yakın kurulması, önde oynama, baskı, bunların etkileri gibi teknik detaylar işlendi.

Bu analizler için en uygun örnek Barça olduğundan -hep söylerim teorik futbol izlenmek isteniyorsa, futbol ders olarak okutulacaksa Barça maçları mutlaka kayda alınmalı, oyunculara gösterilmelidir her bir kare- Villarreal maçına değindiler. Sadece FCB'nin oyunu değil, rakibin karşı hamlesi de bu noktada önemli bir taktik ders oluyor, Kopenhag, Inter gibi.

Abdullah Avcı bağlandı yayına telefonla, Barça'yı yakın takip ettiği belliydi konuşmalarından, oynun teorik olduğunu çözümlemiş ve ders olarak izlediğini belirtti özellikle, bu çok önemli kanımca. Modern futbolun gereklerinden bahsetti ayrıca Barça maçından örnekler vererek, konusuna çok hakimdi yine, takdir ettim.

Ahmet Kaya

Bir 16 Kasım'ı daha geride bıraktık, Paris'teki güzel insanlar anıldı zihinlerde ve yüreklerde. Sözü ustaya bırakalım;

http://www.radikal.com.tr/Default.aspx?aType=RadikalYazar&ArticleID=1029011& Yazar=SIRRISÜREYYAÖNDER&Date=15.11.2010&CategoryID=97

Lorik Cana

Manisa maçının -bizim takımdan- en iyisiydi, bir ön süpürücü ne yapması gerekiyorsa yerine getirdi, dönen topların tamamını kazandı, sağ, sol, merkez bölge fark etmeksizin rakibe bastı, topun tekrar takıma geçmesini sağladı, top kapma özelliği gerçekten çok üst düzey, müthiş hamleli bir oyuncu, arkadan, yandan, bir şekilde topa dokunabiliyor, rakibi bozuyor. Aslında tam aradığımız oyuncu olduğuna kesinlikle kanaat getirdim, sadece yanında iki yönlü top kullanabilen -Ayhan'dan çok daha kaliteli ve süreklilik içeren- bir oyuncu olsa daha da parlar performansı.

Taraftar da bu mücadelesinin hakkını verip ona tezahürat yaptı ancak burda da futbol kültürü eksikliğimizin cezasını çektik, taraftarın verdiği motivasyonla ceza sahası içersinde arkadan net bir müdahale gerçekleştirdi ve penaltıya sebebiyet verdi, tezahürat olmasa o yorgunlukla hamle çabasında bulunamazdı kanımca. Taraftarı da suçlayamam, büyük bir şaşkınlık vardı. İngiltere'de bu tür oyuncunun performansını takdir eden gaz tezahüratlar oyun durduğunda, top taca, kornere çıktığında yapılır ve oynu kötü etkilemez.

Manisa Maçı

Zul görüyorum artık bu adamlar hakkında bir şeyler karalamayı, emeğin sömürüsü var gibi hissediyorum;

Servet'i 6 aydır kadroya yazmadım, oynatan Teknik Adamlar'a da saygı duydum, ihtiyaç idi, realiteydi, elden bir şey gelmezdi, dönem dönem çözüm önerileri sunuldu, çok eskiye gitmeden son 1 ay içindekileri alıntılayayım, belki okumayan vardır, bir katkı olur;

20.10.2011 Fenerbahçe maçı öncesi

Hiçbiri oynamasın, bari bir duruşumuz olsun Kadıköy'de, nasılsa kaybedeceğiz!
Bunlara inat, lider yabancılardan oluşan bir kuartet -Lucas, Cana, Kewell, Baros- sahaya çıkarsın ve idare etsin takımı da.

11 - Emirhan, Serkan, Insua, Ahmet Kesim, Lucas, Cana, Cumhur, E Çolak, Misimovic, Kewell, Baros

Yedekler - Eray, Sinan, Berk, Musa, Elano, Pino, Cem Sultan

18.10.2011 Rijkaard sonrası, Hagi'nin adı geçmiyor daha;

http://erenlogoglu.blogspot.com/2010/10/kopekler-istedi-diye-atlar-olmez.html

Barça - Villarreal

İlk yarı, küçük çaplı bir isyan;

Hakem, maçın, güzel oynun ve Barça'nın önüne geçti kararlarıyla, beyaz mendiller sallandı devre arasında.

3 ofsayt kararı yanlış sanırım, Villarreal topa çok az sahip olmasına karşın Barça'nın neredeyse 3 katı faul kazandı, bu istatistik de enteresan. Guardiola maç içersinde, oyuncular düdükten sonra hakemle uzun diyaloglara girdiler.

Real Madrid bu sene dersini iyi çalışmış, lehine her maç penaltı, ofsayt goller, üstüne de Barça maçlarında konsantrasyon kaybı sağlayan, baskıyı artıran kötü niyetli hakemler.

İkinci yarı, oyun çözüldü;

Messi'nin klasik hızlı başlattığı bir duran top sonrası gelen pas organizasyonu ve golü.

Fenerbahçe Yayın Organı Hürriyet

Aynı durum Milliyet için de geçerli, ultrAslan - üni'nin kurulduğu zamanlarda bir muhabir röportaj yapmak için bizimle buluşmuştu ve uzun uzadıya konuşulmuştu, o günden beri bu gastelerin nasıl bir zihniyeti var ve Galatasaray'a özellikle Fenerbahçeli çalışan vermelerinin sebebini çözebiliyorum.
Geç de olsa Mehmet Ali Birand tepki göstermiş, umarım devamı gelir.

Real - Atletico

Madrid maçlarını sıklıkla izlemem ancak bir şey dikkatimi çekti;

Real Madrid gollerinde, rakip savunma hep hazırlıksız ve az adamla yakalanıyor. Barça maçlarında ceza sahasına otobüs park eden takımlar, Bernabeu'ye çıkınca daha açık oynuyorlar. Tekrar bakın gollere, özellikle Bernabeu'de çok gol atılan maçlara, ne demek istediğimi daha net anlayacaksınız.

Trabzonspor - Galatasaray

Hagi'nin yenilmemek üzerine kurduğu strateji, Şenol Güneş'in yenilmemek üzerine kurduğu stratejiyle çakışınca, Kadıköy'den çok daha kısır bir maç ile karşılaşıldı.

Başarıya giden yolun çok ön libero ile oynatmaktan geçtiğine inanan ülke futbolu medyasına, ön libero olmayan bir takımın lider olabileceğini gösterdiği için de teşekkür ediyorum Trabzonspor'a.

Kazanmak zorunda olan Galatasaray'ın Kadıköy'deki düşünceyi -Insua + Ufuk- bire bir uygulamaya çalışmasını maç başında çok yadırgadım.

Kadıköy'de ligden kopmamak için kaybetmememiz gerekiyordu, maç öncesi fark olur psikolojisi de bizi iyice bu oyna itmişti ve Hagi doğru olanı sergilemişti ancak Trabzon'da, Fenerbahçe maçını iyi etüd edebilecek Şenol Güneş'i de düşünüp baskın bir plan kurgulanabilirdi, Hagi malesef kendini aşamadı.

Uzun uzadıya maç analizine ihtiyaç yok, Kadıköy'ün karbon kopyası, tek farkla, Trabzonspor bize nerdeyse hiç açık bırakmadı ve oyuna hakim oldu ancak çok tehlikeli pozisyonlar da üretemedi.

Golde Servet'in hatasının yanı sıra, yalancı koşusuyla rakipten vücud çalımı yiyen, topa girmeyi düşünmeyen M Sarp'ın da katkısı vardı, es geçilmemesi gerekiyor. Hagi, 2 haftadır olduğu gibi Cana yerine onu değiştirse bu pozisyon gol olmayabilirdi ki ilk yarıda Cana her topa müdahale etmeyi başarmıştı. Hagi'nin E Çolak'ı rotasyona katmayı düşündüğü gibi, Cumhur vb. farklı ismi de denemesi gerekiyor, artık kaybedecek hiçbir şey yok çünkü.

Daha üçüncü maçı, karalar bağlamak yersiz, kendi kurmadığı -gerçi bu kadroyu Rijkaard'ın onayladığı da düpedüz yalandır- ve sezon başından itibaren çalıştırmadığı bir kadroyla yoluna devam edecek. Bu maç onun hanesine eksi olarak yazılmıştır ama istediklerinin sahaya yansıdığı bir yapıyı inşa etmesi için de daha çok erkendir.

Trabzonspor'a dair, 7 Ağustos yazısı;

http://erenlogoglu.blogspot.com/2010/08/karadeniz-frtnas-bordo-mavi-trabzondan.html

Lider oldular, sonuna kadar hak ederek, helal olsun!

Newcastle United

FC Copenhagen'dan sonra şimdi de Newcastle United örneği.

Dünyanın en iyi takımı değiller, dünyanın en iyi oyuncularından da kurulmadılar ama Premier League puan tablosunda 5. sıradalar şu an.

Futbola dair yetenekler, özellikler nedir diye bir çırpıda saymaya kalksam;

Top kontrolü, top tekniği, pas, şut, top sürme, orta açma, kafa vurma, top kapmak, verkaç, hız, çabukluk, denge, dayanıklılık, uzar gider...

Bu türden özelliklerin tek bir oyuncuda toplandığı da olmuştur, çoğuna sahip oyunculardan kurulu takımlar da vardır, üst düzey. Newcastle United, bu özellikleri, ayrı ayrı ve farklı oyuncularda barındıran ve bu sayede bütünlük sağlayan bir takım olmuş, yani parçalar birbirini tamamlıyor ve takım denilen olguyu yaratıyor.

Carroll gibi hava toplarına hakim, her topa kafa vuran bir santrfor, hemen arkasında, yanında daha teknik, son vuruşları etkili Ameobi, kenarlarda sürat, teknik ve orta açma özellikleriyle onları besleyen Arjantili Gutierrez, ters kenarda içe de kat edebilen, top tekniği yüksek, tek pası iyi yapan Barton, orta sahada ileri geri top taşıyan, isabetli, diyagonal uzun toplar atan, çok sert şutlar çeken, Steven Gerrard'ın biraz daha az yeteneklisi, stil olarak kopyası kaptan Nolan, tüm bu oyuncuların arkasını süpüren, inanılmaz dinamik, sürekli top kapan, kısa driblinglerle savunmayı rahatlatan, az pas hatası yapan, çok çalışkan ve Arsenal maçının adamı Tiote.

Savunmada sert oynayan, markaj özelliği olan Coloccini, tipik Ada savunmacısı, hava toplarında etkili Williamson, İspanyol, top kontrolü olan, solak bir bek, Enrique, ters bek çevik, hamleli, hızlı Simpson.

Aynı türden, tarzdan iki oyuncuyu oynatmıyorlar, birinin özelliği, diğerinin açığını kapatıyor ve böylelikle iyi olan özellikler ön plana çıkıyor, zayıflıklar görünmüyor, güzel olan da bu.

Bir takımda olması gereken ne özellik, yetenek varsa, nerdeyse tamamını, az az, kısıtlı ve farklı oyuncularda da olsa sahaya yansıtıyorlar ve bu durum, takım olgusunu sunuyor bize.

Oyuncu seçimlerinde bu türden, birbirini özellik olarak tamamlayan isimlere de yönelmek gerek, mevcut oyuncuların yeteneklerini hesaba katıp.

Galatasaray Erkek Basketbol

Washington, Jasaitis, Wilkinson, Rancik yabancılarından Rochestie, Shipp, Shumpert, Andric, Rancik yabancılarına geçildi, yeniden yapılanma, yeni Teknik Heyet adı altında.

Can Akın, Evren Büker ciddi katkı veriyordu onlara. Birini zor da olsa tutmayı başardık, yanına da hem genç, hem de tecrübeli isimler eklendi, doğru stratejilerle, yabancı değişikliklerinin yanlış olmasının dışında.

Daha iyi bir takım olabildik mi peki? Şimdilik hayır.

Transfer Mevzusu

7 - 8 yurtdışında futbol eğitimi almış yerli oyuncu ile transfer çalışmalarına başlanmalıdır.

Ayrıca daha önce sözünü ettiğim Selçuk / Hamit / Nuri / Gökhan Inler'den en az biri orta sahaya, Eren Derdiyok / Volkan Şen / Sercan / Mevlüt'ten en az biri de hücum bölgesine düşünülebilir.

Yabancı için de ülke dışına çıkmaya gerek yok, Bayern Munich gibi ülke içi piyasadaki yabancılara yönelmek uyum sorununu ortadan kaldırır ve maliyeti azaltır en azından.

6 - Transfer Stratejisi & Yabancı Kontenjanı

FDD operasyonundan hareketle yepyeni bir strateji. Baros ve Kewell dışında -Cana & Lucas da kalabilir duruma göre- yabancıları da gönderip -para kazanarak- Türkiye'de oynayan ve başarılı olan ekonomik yabancılara yönelmek, Cernat, Emenike, Colman gibi. Yanlarına Selçuk / Hamit / Nuri / Gökhan Inler'den en az birini transfer edip orta bölgeyi, Eren Derdiyok / Volkan Şen / Sercan / Mevlüt'ten en az birini transfer edip hücum bölgesini yerli kontenjanından güçlendirmek ve kadroyu altyapıdan umut vaad eden takviyelerle derinleştirmek. Bu isimlerin yanına yurt dışında -özellikle Almanya- futbol eğitimi almış genç isimler katmak da gerekiyor.

Stekelenburg / Emirhan

Lucas / Serkan / Berk / Ahmet Kesim

Selçuk / Colman / Hamit / Cana / Musa / Cumhur

Arda / Kewell / Serdar Eylik / Cernat / Emre Çolak

Baros / Sercan / Emenike / M Batdal / Cem Sultan

2 yabancı hakkı daha var, box to box / geri dörtlü / hücum bölgesinin sağı gibi kullanma opsiyonları sağlanabilir. Savunmaya mutlaka yerli oyuncular da bulmak gerekecek, Ömer Toprak gibi.

İlla bu isimler olsun diye yazmadım, eksikler de var hatta onbir oluşturulduğunda, gözle görülür biçimde, iskelet buna benzer yapıda kurulmalı, dengeli, savaşan, lider yabancıların yanında burda başarılı olmuş yabancılar ve yurt dışından gelen yerliler.

Yabancı seviyesinin uluslararası olması konusunda benzer bir düşünceyi Kadın Basketbol için taşıyordum. Fowles, Augustus, Tamika gibi isimler gelmişse artık bu kulübe, Amerikan Ulusal Takımı dışında ya da All Star seçilemeyen bir isme yönelmenin yanlışlık olacağını savundum. Diğer yöntem seçildi, ligimizdeki yabancılara ya da WNBA'nin orta karar oyuncularına yöneldiler ve çok da başarılı olduğumuz söylenemez.

Yakın zamanda futbolda da bu eşik aşıldı, ismi ve kariyeri olan oyuncuların sayısının artmasıyla.

İroni bu ya, futbolda da bu yöntem başarıyı getirmedi. Elbet pek çok etmen var ama bu tercih de bunlardan biri.

Tekrar futbola dönecek olursam;

Türkiye Ligi'ndeki yabancılar, eskiden olduğu gibi Galatasaray'da oynayamayacak yetersizlikte değil artık. O devrin kapandığını düşünüyorum. Anadolu kulüpleri, yabancı sayısının ve gelirlerin artmasıyla çok iyi oyuncular getirebiliyorlar, yurt dışından 5 -10 milyon Euro civarı bir parayla riske girilmesindense, buraya da uyum sağlamış yabancılara -genç olurlarsa daha da iyi- bakmanın daha yararlı olacağına inanıyorum. Benimkisi daha çok şartlara göre oluşturulmuş bir strateji.
Galatasaray'ın Avrupa'daki imajı oturmuştur, bellidir ve Elano, Baros, Kewell, Misimovic gibi en üst seviyenin bir altı gruptan oyuncuları kapsar. Kulübün başarı ve süreklilik olarak bulunması gereken nokta da budur, en üst seviye takımların bir altı kategori, Lyon, Porto gibi. Yanlış anlaşılmasın, model amaçlı yazmadım bu kulüpleri.

Kewell için 2 yıldır + 2 diyorum.

En az biri kısmını özellikle kullandım, bazıları gerçekten imkansızlığa yaklaştı o yazıdan sonra, Nuri gibi. Hamit'i Bayern Munich'den koparmak kanımca zor değil, yaşı geçiyor, as oyuncu olamadı, yedek beklemekten mutlaka sıkılacaktır, yoğun baskı altında tutup, orada forma şansı bulamamasına vurgu yapmak gerekiyor kanımca. Gökhan Inler'in de piyasasının düşeceğini düşünüyorum İtalya Ligi'nin cazibesini yitirmesinden ötürü. Selçuk işi de iyice çıkmaza girdi, Trabzonspor başarılı olduğu sürece bırakmayacaktır.

Ne kadar gol vuruşu konusunda yetersiz olsa da Sercan'ı beğeniyorum, dribling özelliği olan yerli oyuncu bulmak çok zor, bence pahalıya kaçmamak şartıyla transferi düşünülmelidir.

Yurtdışındaki genç isimlere yönelmek şart ancak abartmamak gerekiyor, takım yaşının çok düşmesi de doğru değil, CM oynar gibi takımı 20 yaşında wonderkid oyunculardan kurmak başarı getirmez. İyi bir takım incelendiğinde yaş dağılımının da orantılı olduğu görülecektir. (Sallıyorum sayıları, 20 yaş altı 5, 20 - 25 yaş arası 7, 25 - 30 yaş arası 7, 30 yaş üstü 5 oyuncu gibi.)

21 yaş altına yönelmek başlangıç aşamasında bize çok sıkıntı verebilir, uyum konusunda, hele de sayı çok artarsa, makul olan 7 - 8'i geçmemesidir kanımca. Sadece genç oyunculara yönelmek yeterli olmaz, süreklilik ve başarı için.

Galatasaray'ın yabancı ve yerli oyuncu seviyesinin uluslararası düzey olması gerektiği şüphesiz, ülkelerinin takımında da oynayan, kaptanlık yapanlar bile tercih sebebi olabilir. Lider, kaybetmeyi sevmeyen, karakterli yabancılar takıma çok büyük hava katıyor, taraftar ve oyuncuların kendi arasında.

Emenike, Colman, Cernat yazmıştım bizim ligden, hiçbirine 2 milyon Euro'dan fazla verilmez. Türkiye'de bence herhangi bir oyuncuya -yerli, yabancı fark etmeksizin- belli bir tutar belirleyip fazlasını da ödememek gerekiyor. Belki gözden kaçtı, şuna dikkat çekmiştim, kadroyu kurarken bu isimleri takım iskeleti olarak düşünmedim, 6 + 2 + 2 kuralının etkisiyle, daha derin bir yapının parçaları olarak ortaya attım. Tüm takım kadrosunu sunma sebebim buydu.

Bizim ligin piyasasına yönelmemizin gerektiğini, çünkü gelen yabancı seviyesinin de artacağını düşünüyorum, gelişecek olan ülke futboluyla, bu bir öngörü, herhangi bir argümanı yok, Anadolu kulüplerinin stad ve sahalarının düzelmesi, gelirlerinin artması gibi küçük detaylar dışında. Gözümüzün önünde yetişecek, bilinen yabancılar varken, riske girmenin mantığını çözemiyorum. Pino'ya 3.5 milyon Euro vermektense, Emenike + Cernat transferi daha akılcı gözüküyor bana.

Bundan önce Anadolu'dan İstanbul'a gelen öyle ahım şahım bir isim hatırlamıyorum. Zaten yeni yeni olabilir diyorum çünkü onlar da iyi isimler getirmeye başladılar, eskiden yabancı kontenjanı 3 idi. Zec var ilk aklıma gelen, Makakula düşünülebilirdi opsiyon olarak, bunları gözden kaçırmamalıyız. Trabzonspor'da yönetici olsam, bu saatten sonra bizim lig dışından yabancı bile transfer etmem, onları başarıya en kolay götüren yol bence bu olur, keza yerlileri de topladılar sağdan soldan. Sen de belirtmiştin bu takım Ersun Yanal'ın diye, ben uzun zaman önce daha ileri gitmiştim, keşke Rijkaard'dan önce Ersun Yanal'ı getirseydik de, Rijkaard'a kadro mühendisliği yaptığı bir takım bıraksaydı şeklinde.

Lyon, Porto'nun neden model olamayacağına daha önce vurgu yapmıştım;

Uzun vadeli plan sadece isme -Hagi, Frank- ya da felsefeye -kaos, akıl- bağlı bir düşünce birlikteliği değildir. Önemli olan organizasyon kanımca ve organizasyonu belirleyen ve bize bağlı olmayan dış faktörler de var, ülke şartları gibi, eğitim, sosyal, kültürel ve ekonomi sebepler.

Misal, Avrupa'da sosyolojik olarak Türkiye'ye benzeyen ülkelerin takımlarından turnuvalarda süreklilik sağlayan var mı son yıllarda, Ukrayna geliyor sadece aklıma. Bükreş, Kızılyıldız, Yunan takımları ve biz çok gerilerde kalmışız, bize benzer ülkelere göre çok para harcıyoruz, Rusya büyük bir gelişme içersinde, ekonomik sebeplerden ötürü. Portekiz'den Porto bize nasıl veriler sağlar, ülke şartları benzer mi, Avrupa Birliği sorunsalı var misal. Barcelona'yı ya da Ada takımlarını model almak doğru plan değil, en azından denendi ve başarısızlık görüldü, şimdilik de olsa. Keza sınırsız yabancı alabilen ülkeler ya da Ajax, Lyon gibi farklı özellikleri olan takımlar da model sunulamaz Galatasaray için. Bize benzeyen ve süreklilik içeren bir modeli bulup, inceleyip, burada kopyalamak en doğru yöntem organizasyon anlamında. Bu ülkenin mühendisliği de böyle değil mi?

Sözün özü, bizde Ajax, FC Barcelona gibi altyapı modeli de, Lyon, Porto gibi transfer -al, faydalan, sat diyalektiği- modeli de tutmuyor. Çözüm bunun ikisini makul derecede harmanlayıp dengelemede. Yabancı sınırı ve yerli seviyesi sorunu var.

Akla gelen, doğru olarak, yurtdışındaki yerliler ve yabancı seçiminde daha ince eleyip sık dokumak. Yabancıların yaş dağılımını doğru hesaplayıp, üst düzey yabancılara, sakatlık, cezalı ve üç kulvar ortamında opsiyon olacak yurtiçi piyasasından yabancılar bulmak da şart kanımca. 2 - 3 yabancı sakatlanınca sahaya 7 - 8 yerli ile çıkıp takımın seviyesini çok aşağı çekiyoruz, Cernat, Emenike gibi isimler olsa, her türlü koşulda kopmalar yaşamayız ve sürekliliği sağlar, başarıya giden yolu da kısaltırız gibime geliyor.

2 milyon Euro'dan fazla verilmez diye belirtirken, ekonomik açmazın da değerlendirilmesi gerektiğini vurguluyorum. Yabancı sayısı arttıkça, futbol kültürü stad ve gelirlerle birlikte geliştikçe, Anadolu kulüplerinin transfere bakış açısı da değişecek kanımca, Bosman daha çok uygulanır olacak, transfer borsası daha bir hareketli olacak düşük maliyetlerle, hatta takaslarla, bunlar öngörü. Bugün bu isimler Colman, Emenike, Cernat olur, yarın başkaları, değerlerinin üstünde paralar harcamadan, göz önünde olan isimleri takımın parçası yapmak, dışardan maliyetsiz getirip riske girmeye göre daha rasyonel geliyor, diğer türlü sakatlıklar vs. olduğunda dımdızlak kalıyoruz.

Her yıl CL'ye katılma, sürekliliğin birinci aşamasıdır, başarı zamanla gelecektir zaten ki biz Avrupa'da başarı kültürü yaratmış bir kulübüz, birkaç yıl içinde ısınırız, öyle uzun yıllar beklemeye gerek olmaz, yeter ki doğru yapılanmayı kuralım şimdiden.

Aklıma gelmişken, bu yerli tercihlerinde pozisyon belirlenmesi yapılması da bir başka yöntem, özellikle iç piyasadan oyuncu bakarken, ilerleyen zamanlarda. Ülke futbolu, daha çok hangi pozisyonlarda iyi oyuncular üretiyor ve bunun sebepleri nelerdir, araştırılması gerekir.

Hızlı beklerimiz -Hakan Ünsal, Gökhan Gönül, Sabri Sarıoğlu- oldu, orta sahadan devşirme bekler -Ümit Davala ve Ergün- de bulundu. Her daim markaj özellikleri yüksek olan merkez savunmacı -Bülent Korkmaz, Alpay Özalan, Servet Çetin, Emre Aşık- çıkmıştır bu coğrafyadan, yanında hep aklını kullanan bir yabancı oynaması şartıyla. Kaleci yetişmez, savunmanın önünde oynayacak iyi oyuncular bulunmaz, 4 - 4 - 2'nin tipik kanat açıkları hiç olmamıştır, Hakan Şükür dışında gerçek bir santrfor daha görülmedi, onun yanında oynayabilecek orta saha özellikleri olan, forvet arkası diye tanımlanabilecek isimlerse yetişti, Necati Ateş gibi. Box to box denilen tarzda bir isim Emre Belözoğlu dışında sayılamadı. Örnekler çoğaltılabilir, orta sahada mücadeleci isimlerin çokluğu gibi.

Ülkede pek çok oyuncu, futbol eğitimi alırken, bu pozisyon hususunda arada derede kalıyor, kendini konumlandıramıyor.

Demem o dur ki, bu coğrafyada hangi pozisyonlar için daha çok oyuncu yetişiyorsa orayı yabancı kontenjanıyla doldurmak da sorunlar doğuruyor, diğer pozisyonlarda vasat kalınıyor haliyle. Beklerin yabancı olması çok makul değil bu sebeple, daha öncelikli pozisyonlar var kanımca. Ben yine bir tesbiti kısaca dile getirmiş olayım, daha derin incelenmesi gereken bir konudur bu yoksa yanıldığım kısımlar da bulunacaktır.

Galatasaray Kadın Basketbolu

Eski yazılardan alıntı yapmayı sevmiyorum, aynı sayfada, kısa aralıklarla yineliyorum bu eylemi, hoş durmuyor. Tekrar etmemek adına sadece linki asayım, 20 Haziran tarihli, çok uzak değil;

http://erenlogoglu.blogspot.com/2010/06/bayan-basket-gelismeleri.html

Önceleri maçlara da giden ve analizler yapan biriydim Kadın Basketbol hakkında ama artık sadece genel çerçeveyi çizebilirim ya da maç maç bireysel performanslara bakabilirim. Bunlar da ortalama, genel bir strateji düşüncesiydi transfer hususunda.

Bizim spora bakış açımızda en bariz hatamız, uyum ve başarı yakaladığımız takımı, daha iyisini yaparız diye yeni transferlerle bozuyoruz, Erkek, Kadın Basketbol ve Futbol'da da bu şekilde davranılıyor. Uyum sağlamış, katkı yapmış, oturmuş yabancılardan vazgeçilip, her sene sil baştan takımlar yaratmakta üstümüze yok. Sporun mantığı bu belki de, insanlar yeni yüzler görmek istiyor. Halbuki başarı, mevcut oturmuş, iyi kadroyu, eksiksiz olarak tutup açıkları kapatmaktan geçiyor her defasında.

Erkek Takımı'ndan güncel örnek vereyim;

Sıradan olan Alman Ligi'nden Amerikalı guard transfer etmeyi doğru bulmuyorum, hele de mevcut kadroda, performans göstermiş Washington dururken diye bir yorum yapmıştım Rochestie transferinden sonra. Genç oyuncuların katılımıyla bir hava yakalanmıştı, çok vurgu yapmak istemedim bu konuya, sadece bir defa değindim sanırım, üzerinde durmadım, lig başlayınca bir baktım herkes Rochestie konuşuyor ama iş işten geçti artık eleştiride bulunmak adına.

Hagi'den Sonra

Bizim oyun merkezini öne almayı sağlayan, baskıya dayalı oyundan eski usül de olsa vazgeçmememiz gerekiyor. Ancak bunun yanına yeniyi, modern olanı katmadıkça, özellikle Avrupa Kupaları'nda artık süreklilik yakalama şansımız yok. (Futbol değişiyor her 10 yılda bir, taktik varyantlar çok çabuk gelişiyor, sistem zayıflıkları anında çözülüyor.) Kalli'nin Leverkusen, Korkmaz'ın Hamburg dersi en yakın ve acı olanlardı. Kontra olarak Skibbe'nin Benfica, Hertha Berlin örnekleri de verilebilir.

Hagi'nin futbolculuğuna bakınca aklın, yeteneğin ve mücadelenin yan yana olduğu görülebilir. Umutlanmamız gereken ilk kısım burası, eski ve yeninin harmanını ancak onun futbol karakteri gerçekleştirebilir. Üstelik ilk Teknik Adamlık döneminde Lucescu'nun izlerini sunan, kontrol oynunu da çözmüş, taktik disiplin seven biri olmasının sağlayacağı katkılar da var, ikinci kısım da bence bu.

19 Kasım 2010

A. Eren Loğoğlu

3 yorum:

Anoz dedi ki...

Yorumuma baslamadan önce büyük bir tesekkürü borc bilirim. Blogunu herzaman okurum ve futbola bakisin, anlatis sekilini cok begeniyorum.

Uzun bir yazi olmus, keske bunlari tek tek degisik konular altinda yazsaydin, gercekten okurken yoruldum, birde blog olunca dikkatimiz daha kolay dagiliyor tabi.

Yorumum biraz karisik olacak, öncelikle avrupadan gurbetci futbolculara deginmek istiyorum.

Gökhan Inlerin Türkiyeye gelecegini düsünmüyorum. Biliyorsunuz oda isvicrede büyümüs bir cocuk (bende isvicrede yasiyorum), zamaninda FC Zürich de top kosturuyordu, orda BJKliyim diye bir deyimi var diye hatirliyorum. Ama asil konu baska. Gökhan Inler bildigimiz gurbetde büyümüs ama kökenini cok seven bir futbolcu, herzaman Türkiye milli takimini secmek istemistir, ama malesef zorla isvicre milli takimini secmek zorunda kalmistir, cünkü zamaninda (af edersin) tffden pic edilmistir.

Eren Derdiyok ise karyer planlamasini süper yapiyor, önce Baselde iyi bir cikis, sonra Bundesligaya atindi, ve bence Santrfor olarak türkiyede su anda bulunmuyan kalibreden bir oyuncu. Bir kac sene sonra, kendini gelistirmeye devam ederse büyük yerlerde oynar. (Kendisi gerci hic sevmem, hem nefret ettigim takimda oynamistir => Basel)

Hamit Altintop örnegi belki en olasiliklidir, ama söyle bir durum var. Hamit Altintop türkiyede olup biteni cok iyi biliyor, devre arasinda GSe getirmek oldukca zor olacak. Para skintisi oldugunu düsünmüyorum hamitin, oynamak istedigi bir kulübe gitmek istiyecektir. Bayernde yedek kalmasi GSi tercih etmesi sevebi ola bilir, ama eminim oda GSde nekadar faydali olurum diye düsünüyordur (hani FDD bahs etmisken). Bir GS taraftari olarak onun GSe gelmesini cok isterim, hatta kaptan olsun isterim. Hamiti severim, o yüzdende gelip Türkiyedeki medya / basin / kulüpte bizans islerini düsünürsem, gelmesin derim, kendini harcamasin.

Türkiyede malesef gelecegi okadar aydin göremiyorum. Bir kac örnek verecegim, ve isvicreden neden Gökhan Inlerler, Eren derdiyoklar vs. gelistigini. Isvicre kendi piyasasinin farkina varmistir, cok kücük bir yer, avrupalilara bogusamiyacagini buraya süper yabancilari getiremiyeceklerini cok iyi biliyorlar. O yüzden burasini bir merdiven ligi olarak belirlemis durumdalar. Yani burda egitip avrupaya oyuncularini gönderecekler, ve milli takim o derecede güclenecek. Hatirliyorum, Mustafa Denizli BJK gelip sampiyon oldugunda, herkez söyle demisti: Denizli kendini gelistirmis, eskiden kondisyoneri bile yoktu, artik kondisyonerle calisti su bu... A takimi, as takimini konusuyoruz.
Isvicrede her 1 ligde oyniyan takimin U13e kadar genc takimlarin muhakkak bir kondisyoneri olacak diye bir kural var. Fark ortada...

Ve söyle birseyde anlatmak isterim. Zürihde her sene Blustars Fifa Youth Cup diye bir turnuva düzenleniyor. Dünyanin her tarafindan U18 takimlari gelip yarisiyorlar. Zamaninda beckham burdaydi mesela, yani gercekten gelecegin yildizlar toplulugu bulunmaktadir. Gecen sene Fenerbahce katilmisti bu turnuvaya, ve takimin hocasi, takim yenildiginde inanilmaz küfür ediyordu soyunma odasinda. "esoglue... sizden adam olmaz, nebicim top oynuyorsunuz söyle böyle"... Bizim ülkenin alt yapisi teknik direktör halen öyleyse biz rüya görüyoruz demektir. Yahu bu adami posizyon bilgisini ögretecek? Türkiye alt yapinin en önemli problemi o degilmi? 17 yasindan sonra inanilmaz sekilde geriye gidiyorlar, yetenek var ama oyun bilgisi cok az.

Türkiyeye optimal model bulunmali, o noktada katiliyorum sana. Dedigin gibi hangi mevkiden iyi oyunculari cikardigimizi belirleyip, yabancilari o sekilde takima katmak.

tekrar tsk yazilarin icin :)

Anoz dedi ki...

Yorumuma baslamadan önce büyük bir tesekkürü borc bilirim. Blogunu herzaman okurum ve futbola bakisin, anlatis sekilini cok begeniyorum.

Uzun bir yazi olmus, keske bunlari tek tek degisik konular altinda yazsaydin, gercekten okurken yoruldum, birde blog olunca dikkatimiz daha kolay dagiliyor tabi.

Yorumum biraz karisik olacak, öncelikle avrupadan gurbetci futbolculara deginmek istiyorum.

Gökhan Inlerin Türkiyeye gelecegini düsünmüyorum. Biliyorsunuz oda isvicrede büyümüs bir cocuk (bende isvicrede yasiyorum), zamaninda FC Zürich de top kosturuyordu, orda BJKliyim diye bir deyimi var diye hatirliyorum. Ama asil konu baska. Gökhan Inler bildigimiz gurbetde büyümüs ama kökenini cok seven bir futbolcu, herzaman Türkiye milli takimini secmek istemistir, ama malesef zorla isvicre milli takimini secmek zorunda kalmistir, cünkü zamaninda (af edersin) tffden pic edilmistir. Kariyer acisindan gelmemesi lazim acikcasi...

Eren Derdiyok ise karyer planlamasini süper yapiyor, önce Baselde iyi bir cikis, sonra Bundesligaya atindi, ve bence Santrfor olarak türkiyede su anda bulunmuyan kalibreden bir oyuncu. Bir kac sene sonra, kendini gelistirmeye devam ederse büyük yerlerde oynar. (Kendisi gerci hic sevmem, hem nefret ettigim takimda oynamistir => Basel)

Hamit Altintop örnegi belki en olasiliklidir, ama söyle bir durum var. Hamit Altintop türkiyede olup biteni cok iyi biliyor, devre arasinda GSe getirmek oldukca zor olacak. Para skintisi oldugunu düsünmüyorum hamitin, oynamak istedigi bir kulübe gitmek istiyecektir. Bayernde yedek kalmasi GSi tercih etmesi sevebi ola bilir, ama eminim oda GSde nekadar faydali olurum diye düsünüyordur (hani FDD bahs etmisken). Bir GS taraftari olarak onun GSe gelmesini cok isterim, hatta kaptan olsun isterim. Hamiti severim, o yüzdende gelip Türkiyedeki medya / basin / kulüpte bizans islerini düsünürsem, gelmesin derim, kendini harcamasin.

Anoz dedi ki...

Türkiyede malesef gelecegi okadar aydin göremiyorum. Bir kac örnek verecegim, ve isvicreden neden Gökhan Inlerler, Eren derdiyoklar vs. gelistigini. Isvicre kendi piyasasinin farkina varmistir, cok kücük bir yer, avrupalilara bogusamiyacagini buraya süper yabancilari getiremiyeceklerini cok iyi biliyorlar. O yüzden burasini bir merdiven ligi olarak belirlemis durumdalar. Yani burda egitip avrupaya oyuncularini gönderecekler, ve milli takim o derecede güclenecek. Hatirliyorum, Mustafa Denizli BJK gelip sampiyon oldugunda, herkez söyle demisti: Denizli kendini gelistirmis, eskiden kondisyoneri bile yoktu, artik kondisyonerle calisti su bu... A takimi, as takimini konusuyoruz.
Isvicrede her 1 ligde oyniyan takimin U13e kadar genc takimlarin muhakkak bir kondisyoneri olacak diye bir kural var. Fark ortada...

Ve söyle birseyde anlatmak isterim. Zürihde her sene Blustars Fifa Youth Cup diye bir turnuva düzenleniyor. Dünyanin her tarafindan U18 takimlari gelip yarisiyorlar. Zamaninda beckham burdaydi mesela, yani gercekten gelecegin yildizlar toplulugu bulunmaktadir. Gecen sene Fenerbahce katilmisti bu turnuvaya, ve takimin hocasi, takim yenildiginde inanilmaz küfür ediyordu soyunma odasinda. "esoglue... sizden adam olmaz, nebicim top oynuyorsunuz söyle böyle"... Bizim ülkenin alt yapisi teknik direktör halen öyleyse biz rüya görüyoruz demektir. Yahu bu adami posizyon bilgisini ögretecek? Türkiye alt yapinin en önemli problemi o degilmi? 17 yasindan sonra inanilmaz sekilde geriye gidiyorlar, yetenek var ama oyun bilgisi cok az.

Türkiyeye optimal model bulunmali, o noktada katiliyorum sana. Dedigin gibi hangi mevkiden iyi oyunculari cikardigimizi belirleyip, yabancilari o sekilde takima katmak.

tekrar tsk yazilarin icin :)